1 Nisan 2008 Salı

SAAT


ALLAH'IN İSİMLERİ

dua

hadis

ip-numaram.com IP adresi

25 Mart 2008 Salı

KARACAAHMET

Karacaahmet Sultan hakkında bir kısım yazar ve araştırmacı, birbirinden farklı bilgiler vermektedir. Yazar Aysel Okan, Karacaahmet Sultan `ın Arabistan`dan geldiğini ifade ederken pek çok araştırmacı da Horasan`dan geldiğini ve bir Türkmen Bey`inin oğlu olduğunu belirtilmektedir. Doğrusuda budur. Çünkü Karacaahmet Sultan tam bir Türkmen asilzadesi ve Alp Eren `dir.
Karacaahmet Sultan , Anadolu Selçuklu Devleti`nde dağılış döneminde Hristiyan misyonerlerin Ege Bölgesi`ndeki propagandalarına karşı çıkan Hacı Bektaşi Veli ve Alp Erenler ile birlikte Manisa-Akhisar-Aydın ve Afyon dolaylarında başarılı çalışmalarda bulunmuştur. Bursa`dan Üsküdar`a kadar olan yerlerin alındığı yıllarda (M. 1329), önce Merdivenköy `de biraz kaldıktan sonra Üsküdar`a geçerek şimdiki yerde dergahını kurmuştur.
Karacaahmet Sultan, bir fikir adamıdır. Zor günlerdeki bunalımlı insanların kurtarıcısı, iyi bir psikiyatrist hekim olarak toplumun karşısına çıkar. Bu doğrultuda ilden ile , köyden köye giderek halkın hizmetine koşmuş, acılara, merhem, karanlıklara ışık olmuştur.
Karacaahmet Sultan, Anadolu`da ilk kez Manisa dolaylarında bulunmuş, o bölgede Saruhan Beyliği`nin hizmetinde bir hekim Alp eren olarak çalışmıştır. Horoz köyünde ilk dergahını kurmuştur. Çalışmalarını burada yoğunlaşması nedeniyle Saruhan Beyi`nin taktirlerini kazanmış ve bu nedenle bu köy, Karacaahmet Sultan `a vakfedilmiştir. Çevredeki insanlar, uzun süre bu dergahta eğitimden geçirilmişler ve özellikle bunalımlı insanlar , burada şifa bulmuşlardır.
Manisa- Akhisar - Aydın yöreleri , birbirine çok yakın olduğundan Karacaahmet Sultan `ı aynı zamanda Akhisar ve Aydın`da da görmekteyiz. Buralarda da kendisine vakfedilmiş köyler ve bu köylerde kurulmuş dergahları olmuştur.
Karacaahmet Sulatan `ın Ege`deki etkin faaliyetleri karşısında Hrıstiyan misyonerler hiçbir şey yapamaz duruma gelmiştir, bu ulu kişinin etkin gücü karşısında atıl duruma düşmüşlerdir.
Karacaahmet Sultan bir dava adamıdır. Bu dava, Ebul Vefa `dan, Kargı Dede `den , Baba İlyas `dan, Hacı Bektaşi Veli `den , tüm horasan ve Rum Erenler `ine intikal eden büyük bir davadır. Bu dava, Anadolu `da 72 milleti alevi kültürü etrafında birleştirme davsıdır.
Davanın özüne baktığımızda, insan olabilmek, insanca yaşamak, paylaşmak ve gelecek kuşaklara ışık olabilmektir. Yetmiş iki milleti bir gözle görebilmek, barışı -sevgiyi-kardeşliği egemen kılmak,, sevgi bağlarına dayalı köklü bir ahlak sistemini kurmak , bu davanın temel felsefesidir. Karacaahmet Sultan gibi tüm erenler , bu doğrultuda emek harcamışlar, bu tür hizmetlerde insanlık uğruna tarihin altın sayfalarına geçmişlerdir.
Hacı Bektaşi Veli gibi her ulu kişinin yaşamına uyarlanmış mitolojik öyküler vardır. Bu tür öyküler , bu uluların somut ve gerçek kişiliklerini manevi dünyalarıyla pekiştirerek kendilerini yüceltmek için söylenir. Karacaahmet Sultan `ın bulunduğu erenler, bir arada zikir ederlerken, bu ermişlerin içinde olan Karacaahmet Sultan `ın kız kardeşi Kadıncık Ana(Fatma Nuriye Bacı), kendisinden geçmişçesine birden ayağa fırlayarak `kalkın , kalkın ey erenler, memlekete sizden ulu sizden ulu eren geldi.` Toplu halde olan erenler ` Bu memlekete bizden ulu eren mi gelir?` diyerek şaşırmışlardır.Onlardan ulu veli, yokmuş ki memlekette.`Öyle şey olumu?` diyecek olmuşlar. Gene aldıkları cevap `Evet var , çünkü geldi.` Olmuş.
Kimmiş kendilerinden ulu Veli acaba ? Düşünmüşler, taşınmışlar nafile. Kimseyi bulamamışlar. İşte o zaman Karacaahmet Sultan gönül gözüyle gözetlemiş. Sulucakarahöyük de bir karataşın üstünde ak güvercin görmüş. Karacaahmet Sultan, o an yanındaki Hacı Tuğrul `a seslenmiş. ` Tez elden bir şahin ol, Sulucakarahöyük köyüne var. Orada Karataş `ın üzerindeki ak güvercini getir buraya` demiş. Hacı Tuğrul, istendiğinden de çabuk bir zamanda bir şahin olup uçmuş Karahöyük `e. Bakmış bir ak güvercin orada duruyor. Hemen gitmiş yanına , hırsla boğazından yakalamış. `Hadi bakalım , düş önüme ` demiş. Ak güvercin bir silkinmiş, `Ne yapıyorsun sen ` diye cevap vermiş, `Er olan ere hışımla gelmez. Ben mazlum donunda geldim Ben barış , dostluk ve sevgi için geldim. Erenlere söyle, yanımda olsunlar.`Hacı Tuğrul itiraz etmiş.`Ama sen bir kişisin kolayca gelirsin bizim memlekete.`demiş. Hünkar gene olmaz demiş. Hacı Tuğrul , dönüp gitmiş Başından geçenleri anlatmış bir bir erenlere. Ak güvercin kendilerinin yanına gelmeyeceğini söylemiş. Canı sıkılmış, sıkılmış ama gene `Gönül isterse` demekten kendilerini alamamışlar. Dizilmişler yola. Seyyid Mahmut Hayrani bir arslanın sırtına binmiş elline de yılandan bir kamçı, varmış Sulucakarahöyük `e, Hacı Bektaş `ın yanına.
Hacı Bektaş Veli bakmış ki karşısında, altında arslan, elinde ejderha, Seyyid Mahmut Hayrani geliyor. O da duvara binmiş ve yürü demiş duvara. Duvar yürümeye başlamış.`Marifet, cansızı yürütmektir, canlıyı değil` deyince, Seyyid Mahmut Hayrani , Hünkarı takdir ederek özür dilemiş. Bu mitolojik öykü ile bir araya gelen bu ulu ermişler, yaptıkları ortak bir toplantıda Anadolu ` nun kurtuluşu için görev bölüşümü yaparlar. Karacaahmet Sultan `a da Ege Bölgesi verilir. Bundan ötürüdür ki, Karacaahmet Sultan `ı o günden beri Manisa, Akhisar, Aydın dolaylarında görmekteyiz. Tarihler böyle yazar Karacaahmet Sultan `ı.
Araştırmacı Şevket Gürel anlatıyor. Karca Ahmet Sultan Horasan Türk Beylerinden birinin oğludur. Anadolu`ya gelişinde önce Manisa , Horoz köyün yerleşip , Saruhan Beyi`ne yardımcı olmuş, onu ordusuna hem tabip hem de akıncı olarak görev yapmıştır.
Karacaahmet Sultan `ın babasının adını, Saruhan Beyi İshak Çelebi ` nin vakfiyesinde `Süleyman Horasani olarak göstermektedir. ` Karacaahmet Sultan daha sonraları, yukarıda belirtildiği şekilde Hacı Bektaş Veli `nin istemi doğrultusunda Afyon taraflarına geçmiş , oranın kazanılmasında başarılı görevler yapmıştır.
Hacı Bektaş Veli, Anadolu `ya geldiğinde, mana aleminde Rum Erenleri`ne seslendi. Bu sırada Anadolu `da elli yedi bin eren görevdeydi. Anadolu`nun gözcüsü de Karacaahmet Sultan idi.
Daha sonraları Karacaahmet Sultan, Hacı Bektaş Veli ile buluşup, onun yandaşları olan Abdal Musa, Abdal Murat, Geyikli Baba, Barak Baba, Karadonllu Can Baba, Seyyid ali Sultan, Koluaçık Hacım Sultan, Sarı Saltuk Sultan, Taptuk Emre, Ahi Evren gibi pek çok erenle tanışmış, görüşmüş ve aralarında görev bölüşümü yapmışlardır.
Hacı Bektaş Veli `nin, Karacaahmet Sultan `a: `Karacam, sen oraların Türk topraklarına katılmasına çalışmakla görevlendirildin.`dediği söylenilmektedir.
Hacı Bektaş Veli yukarıda adları sayılan horasan Erenleri`ni örgütlemiş ve aralarında yaptığı görev bölüşümünde: Abdal Musa `yı önce Bursa`ya, sonra Antalya yöresine, Karacaahmet Sulatan `ı da Manisa`ya göndermiştir. Bu kutsal görevi alan Karacaahmet Sultan, daha sonraları Akhisar, Aydın ve Afyon `dan İstanbul / Anadolu yakasına geçmiştir.
Karacaahmet Sultan Üsküdar`a geçmeden önce Afyon taraflarında iken başarılı çalışmalar gözden kaçmamış olacak ki Hacı Bektaş Veli kendisine ` Karacam, bir yerde mekanını olsun yedi yerde çera-ğın yansın ` demiştir. Karacaahmet Sultan `ın yedi yerde türbesi (makamı ) olduğu söylenir. Bu yerler sırası ile şöyledir:1. Manisa`da Horoz köyü2. Akhisar`da Karaca Köyü 3. Aydın4. Afyon / İhsaniye ilçesi Karacaahmet Kasabası5. Üsküdar`da Karacaahmet Türbesi6. Bulgaristan7. Yugoslavya- İstip Kenti..
Karacaahmet Sultan `ın Afyon İhsaniye ilçesindeki Karacaahmet köyünde büyükçe bir binanın içinde türbesi ve etrafında yer alan askerlerin lahitleri bulunaktadır. Bu bina toprak damlı olup, her gün pek çok ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir.
Makamının bulunduğu bina içinde kendisinin yeşil örtülerle kaplanmış ve sanduka ile etrafında otuzu aşkın lahit bulunmaktadır. Burada boş olan yerlerde serili yataklar içinde hastalar yatmaktadır. Değişik yörelerden ve illerden gelen bu insanlar, hastalarını battaniyelere sardırarak günlerce şifa beklemektedirler.
İnsanlara şifa bulmak için gelip, burayı bir tedavi merkezi olarak kullanmalarının, önemli bir geçmişi vardır. Anlatılanlara göre Karacaahmet Sultan, Anadolu`ya geldiğinde yandaşlarıyla bu konaklamışlar. Konaklamanın hemen arkasından oranın beyi, bu yerde kurulu çadırları görünce, kahyasını oraya göndererek :`Git, gör bakalım. Şu karşıda çadır kuranlar kimlerdir? Ne yapıyorlar orada? Bunların hayvanları var mıdır? İyice sor da, öğren, gel.`demiş. Kahya gidip, soruşturmuş, öğrendiklerini dönüşünde beyine şöyle anlatmıştır:
`Ağam gidip bunların her şeylerini öğrendim. Bunların atları da,koyunları da,kuzuları da var. Büyükleri su kenarında, söğüt ağacına uzanmış, elma koparıyor. Söğüt ağacından, ilkbahar mevsiminde elma nasıl koparılır?diye sorduğumda , Karacaahmet Sultan gülerek, `Elimiz boş gidecek değiliz ya beyinizin yanına. Yanımıza birkaç hediye alalım` dedi. Şimdi kendileri birazdan yanınıza gelecekler.
Olanları kahyasını ağzından dinleyen bey önce korkmuş, sonra Karacaahmet Sultan adamları ile gelip bey ile buluştuğunda, beyin hasta kızı Karacaahmet Sultan `ı görünce, birden bire sesini kesmiş ve kendine gelivermiş. Bey önce gözlerine inanamamış, sonra da Karacaahmet Sultan `ın ellerine sarılarak ,` Ama Sultanım, sen kimsin, nerelisin?` diye sormuş.
-`Adım karacaahmet.Horasan Erenlerindenim.`-` Kızıma himmet eyle. Hastaydı. Şimdiye kadar derdine bir derman bulamadık. Seni görünce sustu, kendine geldi. Onu kurtarınız.`
Bu yalvarış karşısında hayır diyemeyen Karacaahmet Sultan da kendisine bağışlanan bu yerde bir süre kalıp, akıl hastaları için bir tedavi merkezini kurmuştur.` Gün bu gündür, 700 yıldan beri bu yerler ve bu köy, bir şifa beklentisi ile dolup taşmaktadır.
Karacaahmet Sultan bir süre sonra Miladi 1329 yılında İstanbul taraflarına geçer. Artık Hacı Bektaş Veli yoktur. Hakka yürümüştür. Ancak, o ulu kişi adına Hacı Bektaş Dergahı`nın hizmetlerini Seyit Ali Sultan yapmaktadır. Anadolu `da yer alan Bektaşi Dergahları`na buradan ışık saçmaktadır.
Yıl 1329 .Bursa 1326 yılında alınmasının üstünden üç yıl geçmiştir. Bu üç yıl için Gemlik, Orhangazi, Yalova , Gölcük, İzmit alınmış ve İstanbul`un Anadolu yakasına geçilmiştir. Son olarak 29 Haziran 1329 yılında Pelekanon (Maltepe) denilen yerde Bizanslılar ile Osmanlılar arasında Pelekanon savaşı olmuş, Andronikos yenilmiş ve Merdivenköy de yapılan antlaşamaya göre Üsküdar`a kadar olan yerler Osmanlılara bırakılmış ve Merdivenköy `deki av köşkü ve dolayları Ahiler `e bırakılarak başlarına ahi Ahmet getirilmiştir. Böylece 1390 yılında Bektaşi`lere geçen Dergah önceleri Ahi Dergah `ı olarak kullanılmıştır.
Kaynaklarda belirtildiğine göre Karacaahmet Sultan bir süre burada kalmış, daha sonra Üsküdar` giderek şimdiki türbesinin bulunduğu yerde dergahını kurmuştur. Sağlığı döneminde burada aynı zamanda psikolojik rahatsızlıkları olan insanları asıklığına kavuşturmuştur.
Hacı Bektaş Veli Felsefesi doğrultusunda kurduğu dergahında inançsal ve sosyal hizmetler vermiş, çoğu zamanda bu dergahın bir nevi tedavi merkezi olmuştur. Pek çok ruh hastası Manisa, .Akhisar, Afyon ve Üsküdar gibi onun bulunduğu yerlerde şifa bulmuştur.
Karacaahmet Sultan , gönlündeki coşkun sevgi ile ömrünün sonuna kadar yılmadan çalışmış, aşıkların, sadıkların gönlünü tutuşturmuş, maddi ve manevi ilimlerde büyük zatlar yetiştirmiş, bulunduğu yeri de bir ilim merkezi haline getirmiştir.`
Denilmektedir ki, Karacaahmet Sultan, Üsküdar`daki dergahında yetkili bir devlet büyüğünün gözlerindeki hastalığı giderdiği için bu devlet büyüğünün verdiği bir emir ile Karacaahmet Sultan, atına binerek dolaştığı saha içinde olan yeri kendisine bağışlamıştır. Karacaahmet Sultan `da kendisine verilen bu yerde dergahını kurmuş, insanlara hizmet etmiştir. Bu hizmet, kendisinden sonrada zamanımıza kadar devam etmiştir.
KARACA AHMET SULTAN `IN ATI Karacaahmet Sulatan, kendisinin Horasan`dan Anadolu`ya Ege kıyılarına , Manisa -Akhisar- Aydın ve Afyon dolaylarından İstanbul /Üsküdar sırtlarına kadar taşıyan emektar atını pek severdi. Çünkü bu emektar atı, kendisinin en sadık dostu idi. İnsanlık aleminde ve özellikle Türkler arasında atın büyük bir yeri vardır. Bu geleneksel tutkunun yanında birde sevgi olunca , elbette ki böyle bir atında bir değeri olacaktır. Bu nedenle Karacaahmet Sultan , Üsküdar`daki mekanında iken bir süre sonra ölen atın pek üzülmüş ve bunun göstergesi olarak ta sevgili atına dergahın arka tarafına büyük bir mezar yaptırmıştır.
Daha sonraki devirlerde, kimin tarafından yaptırıldığı bu mezara dört sütun üzerine büyük bir kubbe yaptırılmıştır.
Araştırmacı Aysel Okan, Galata Mevlevihane`si Kütüphanesinde saklı duran arşivinde Karacaahmet Sultan `ın atının mezarı hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır.
`Dört ayaklı büyük bir kubbenin altındaki bu mezar, öteden yürümeyen çocuklar için talim yeri.Adımlar arasına atılan arpalar ve üç Cuma sonra yürüyen bebeler yolunda şöhret yapmış Karacaahmet Sultan `ın atı.
Köhne mezarlar arasında bile onun öylesine heybetli bir kubbesi var ki ... Karacaahmet Sultan, bu çok sevdiği atına karşı olan sevgisi:`Beni ziyarete gelenler, önce atıma gitsinler diyerek göstermiştir.
KARACAAHMET SULTAN`IN ÇOCUKLARI VE DÜŞKÜNLER OCAĞI Kaynaklar, Karacaahmet Sultan`ın çocuklarından Eşref Sultan`ın Manisa yöresinde Eşme`nin `KARACA` köyünde defnedildiğini belirtir. Aynı yerde babası `Süleyman Horosani` ile annesi `Sultan Ana` da defnedilmişlerdir. Kitabımızın Karacaahmet Sultan`ın kimlik bölümünde belirtildiği gibi çocuklarının sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber Mehmet Yaman`ın araştırmasına göre Karacaahmet Sultan`ın ayrıca Hıdır Abdal sultan ile `Kan (Gani) Abdal` ve `Kamber Abdal` adlarında üç çocuğunun daha olduğu belirtilmektedir. Alevi kültüründe Hacı Bektaş Veli tarafından Hıdır Abdal Sultan`a `düşkünleri kaldırma` görevinin verildiği söylenegelmektedir. Anlatılan menkıbeye göre olay şöyledir:
`Hacı Bektaş Veli, halifelerine görevlerini bildirip, nasiplerini verir. Ayrıca oniki hizmeti de dağıtır. Pirden nasip almak, yeni bir hayatın başlangıcı, yeni bir seferin ilk adımıdır. Görev dağıtımı sırasında huzurda bulunmayan Hıdır Abdal Sultan, Hazreti Pir`e vardığında kendisine verilecek bir görevin kalmadığını öğrenince mahzunlaşır. Hacı Bektaş`ın `Niçin üzülürsün Ya Hıdır Abdal?` sorusunu, `gördüm ki bana, erilecek bir hizmet kalmamış, ona üzülürüm.` diye cevaplar. Hz. Pir, Hıdır Abdal`ın gönlünü, şu sözleriyle feraha kavuşturur. `Gam çekme ya Hıdır Abdal! Sen bütün ocakların başısın. Benden düşen, eli kaypan sana gele… Ancak, senden eli kyapanın da, Pir Dergâhında derdine derman olmaya.` Anadolu Alevi kültüründe düşkünlüğün önemli bir yeri vardır. Düşkünlük, tarikat dilinde, halkın suç işleyene karşı tam bir boykotudur. `Düşkün` ise, yol terbiyesine aykırı suç işleyen kimseye verilen addır. Alevi-Bektaşi yolunda düşkünlük anlayışı, toplumsal bir yaptırım olarak, Hacı Bektaş döneminden itibaren uygulanmaya başlamıştır. Bu nedenle düşkünlük, ibret veren toplumsal bir tedbir niteliği taşır. Talib, dede, mürşit kim olursa olsun kötülüklerden kendi iradesi ile sakınacaktır. Hacı Bektaş Veli`nin koyduğu `eline - diline - beline sahip ol` ilkesine uyacaktır. Bu asıldır. Ancak o kişi, kendisini kötülüklerden kurtaramamışsa, yol gereği düşkün sayılırdı. Söz gelimi haksız olarak eşini boşamış veya adam öldürmüş veya ahlâk kurallarını ihlâl etmiş kişi, yasal cezanın dışında mensubu olduğu toplumun dışına atılarak soyutlandırılırdı. Düşkün olan kişi ile kimse selamlaşmaz, konuşmaz, evine gidilmez, malı, davarı komşularınkine katılmaz, bayramlarda bayramlaşılmaz, düğünlere çağrılmaz, kurban eti yiyemezdi.
Düşkün, suçunun ağırlık derecesine göre çevresi ve ayin-i cem erenleri, onundoğru yola yöneldiğine inandıkları taktirde, suçtan mağdur olanların zararını ödemek ve onların rızasını almak koşuluyla düşkünlükten kaldırılmakta ve topluma katılmasına yardım edilmekteydi.
Düşkün, yapmada veya kaldırmada dede aracılığı gerekli olduğu gibi işin kesin sonuca bağlanmasında köy ve çevre halkının onayı da şarttır. Bu rıza alınmadıkça, düşkünü kaldırma işlemi geçerli olmamaktadır. Karacaahmet Sultan`ın Hakka yürümesi konusunda da tarihsel rakkamlara göre çelişkiler bulunmaktadır. Olayların seyrine bakılırsa, Karacaahmet Sultan, Hacı Bektaş Veli`den önce Anadolu`ya gelmiş olmalıdır. Çünkü 39 eren, kendi aralarında birlikte zikirde iken Fatma Nuriye Bacı, kendilerinden ulu bir erin Anadolu`ya geldiğini haber eriyor. Karacaahmet Sultan da bunu doğruluyor.
Düşkün, suçunun ağırlık derecesine göre çevresi ve ayin-i cem erenleri, onundoğru yola yöneldiğine inandıkları taktirde, suçtan mağdur olanların zararını ödemek ve onların rızasını almak koşuluyla düşkünlükten kaldırılmakta ve topluma katılmasına yardım edilmekteydi.
Hacı Bektaş Veli`nin kardeşi Menteş, 1240 yılında Babai ayaklanmasında şehit edildiğine göre, ortalama olarak Hacı Bektaş Veli`nin yakın akraba grubu ile 1235 yılında veya buna yakın tarihlerde Anadolu`ya gelmiş olması gerekir. Bu tarih, akla daha yatkındır. Hacı Bektaş Veli, 1207 veya 1209 yılında doğduğuna göre -ki araştırmacıların çoğunluğu bu tarih üzerinde durmaktadır- Anadolu`ya geldiği yıllarda Hacı Bektaş Veli`nin Hakka yürüyüş tarihi ise 1271 yılıdır. Yani, bu tarihlere göre Hacı Bektaş Veli, ortalama olarak 63 yaşlarında bu dünyadan göçmüştür.
Karacaahmet Sultan`a gelince: Hacı Bektaş Veli, Anadolu`ya gelmeden önce Karacaahmet Sultan Anadolu`da olduğuna göre, ikisini aynı yaş kabul edersek Karacaahmet Sultan`ın da 26-28 yaşları arasında olması gerekir. Veya, bir iki yaş daha büyük de düşünebilir. Kimi kaynaklara baktığımızda, bu kaynakları hazırlaanların kimileri Saruhan Bey`i İshak Çelebi`nin 1371 yılında vakıf senedini hazırladığı yılda Karacaahmet Sultan`ı sağ göstermektedirler. Bir vakıf senedi, u tarihte de, daha sonra da varisleri için yapılabilir.
Orhangazi, 1329 yılınad Pelekanon zaferinden sonra Merdivenköy`de Bizanslılar`a ait av köşkünde Bizanslılar ile barış yaptığında, Üsküdar`a kadar olan Anadolu yakasını ele geçirir. Bu tarihte Karacaahmet Sultan sağdır ve bir müddet Merdivenköy`de kaldıktan sonra şimdiki yerde dergâhını kuracaktır. Tarihi seyre baktığımızda Karacaahmet Sultan`ın bu tarihlerde 90-100 yaş arasında olması düşünülebilir. Bu yaş altında sayılması olası değildir. Karacaahmet Sultan`ın şimdiki yerde Hakka yürümesi de 120 aş dolayına rastlamaktadır. O nedenle Karacaahmet Sultan`ı daha sonraki yıllara götürmek ve 1371`lerde sağ göstermek tarihi bir yanılgı olacaktır. Araştırmacıların bu tür çelişkilere düşmeden doğal yaş ortaamasını gözönüne almaları, daha gerçekci uzun bir ömür sürdüğü görüşünde birleşmektedirler. Ancak tarihler net belirtilmemekte, gösterilen tarihler de gerçekten uzak görülmektedir.
Karacaahmet Sultan`ın Hakka yürüdüğü tarihe gelince: Ne zaman ve hangi tarihte Hakka yürüdüğü kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir olasılıkla 1335 yılı veya buna yakın bir tarih düşünülebilir.

5 Mart 2008 Çarşamba

HAZRET-İ HÜSEYİN

Hazret-i Hüseyin radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sevgili ikinci torunu... Hazret-i Ali (r.a.)’in küçük oglu... “Sehid” lakabiyla meshur... Basina gelen aci hadiseler dolayisiyla Islâm ümmetinin yüreklerini sizlatan bir yigit... “Kerbelâ Sehidi” diye taninan bir sevgili mazlum insan...
O, hicretin 4. yili Saban ayinin 5. günü Medine-i Münevvere’de dogdu. O günün sevincine melekler de katildi. Hz. Hüseyin (r.a.)’in dogdugu eve geldiler. Guruplar halinde ziyaret ettiler ve Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizle tebriklestiler. O gün Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali’yi kapida bekçi birakti. Kimseyi içeriye almamasini tenbih etti. Meleklerin ziyareti tamamlaninca Efendimiz disari çikti ve bekleyen ashâbini içeriye buyur etti. Hz. Ali (r.a.)’in ziyarete gelen meleklerin sayisi konusundaki sözü hatirlatildi. Efendimiz: “Nerden, nasil bildin ya Ali?” diye sordu. Hz. Ali (r.a.) da: “Melekler gurup gurup geliyorlardi. Her biri ayri bir dil konusurlardi ve sayilarini bildirirlerdi,” diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): “Allah aklini ziyâde etsin ey Ali!” buyurdu.
Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz sevgili torununun kulagina ezan okudu ve adini Hüseyin koydu. Yedinci günü Akîka kurbani kestirdi. Ayni gün saçlarini tras ettirip kizi Fâtima’ya verdi ve: “Ey Fâtima! Hüseyin’in saçlari agirlisinca sadaka ver,” buyurdu. O da oglunun saçlari agirlisinca gümüsü fakirlere dagitti.
Hz. Hüseyin (r.a.)’in dogumu ile ilgili Hz. Abbas (r.a.)’in hanimi Ümmü’l-Fadl bir gece siddetli, mihnetli ve korkulu bir rüya gördü. Sabahleyin dogruca Resûl-i Ekrem (s.a.)’in yanina gitti ve: “Ya Rasûlallah! Bir rüya gördüm ve çok korktum,” dedi. Efendimiz (s.a.): “Ne gördün?” dedi. Ümmü’l-Fadl da: “Ya Rasûlallah! Sizin vücudunuzdan bir parçanin kesilip evime konuldugunu gördüm” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): “Hayir olsun insaallah! Fâtima’nin bir oglu olacak, sen de ona sütünü emzireceksin,” buyurdular.
Hz. Hüseyin dünyaya gelince Ümmü’l-Fadl onu alip eve götürdü ve doyasiya sütünü emzirdi. Ümmü’l-Fadl bir gün çocugu alip Rasûlullah (s.a.)’e götürdü. Efendimiz torununu aldi ve kucagina oturttu. Onu öptü, basini oksadi ve sevdi. Çocuk kucakta otururken Efendimizin üzerini islatti. Ümmü’l-Fadl buna üzüldü ve çocugu biraz sertçe tutup Efendimizin kucagindan aldi. Çocuk aglamaya basladi. Rahmet Peygamberi Efendimiz buna dayanamadi ve: “Ey Ümmü’l-Fadl! Allah iyiligini versin. Sen onu aglatmakla beni üzdün,” buyurdu.
Iki Cihan Günesi Efendimiz hiç kimsenin üzülmesini istemezdi. O raûf ve rahîm peygamberdi. Kendi aile efradina ve ümmetine çok düskündü. Onlarin sIKINTIYA ugamasi ona çok agir gelirdi. Bir defasinda yine torunu Hüseyin’in agladigini isitti. Annesi Fâtima’ya: “Onun aglamasina üzüldügümü bilmiyor musun?” buyurdu.
Ne sefkat!.. Ne merhamet!.. Ne edeb!.. Ne ince terbiye!.. Kimseyi kirmadan, incitmeden egitmek!.. Derin merhametini tatli sözleriyle belirtmek!.. Allah’im bizlere de bu inceligi ve merhameti nasip et!.. Amin.
Rahmet ve sefkat peygamberi Efendimiz, torunlari Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm)’ü çok severlerdi. Bir gün yine onlari kucaginda oturtup severken Üsame Ibni Zeyd (r.a.) gördü. Efendimiz’in onlar hakkinda söyle buyurdugunu isitti: “Allah’im! Bunlar benim kizimin ogullaridir. Ben bunlari seviyorum. Sen de onlari sev. Onlari sevenleri de sev,” buyurdu.
Iki Cihan Günesi efendimiz sokakta oynayan çocuklara da selâm verirdi. Onlarla ilgilenirdi. Bir gün ashabiyla bir yere giderken Hüseyin’in sokakta çocuklarla oynadigini gördü. Biraz hizlica yürüyerek torununu yakalamak istedi. O da oraya buraya kosuyordu. Efendimiz de hem gülüyor hem de pesinden kosuyordu. Onu tutmaga çalisiyordu. Sonunda Hüseyin’i tuttu. Onun yüzünü mübarek iki eliyle sevdi ve yanaklarindan öptü. Ashabina döndü ve: “Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin’denim! Allah’i seven Hüseyin’i sever! Hüseyin torunlardan bir torundur,” buyurdu.
Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz iki Cihan Günesi Efendimizin sefkat ve merhamet pinarindan doyasiya içerek büyüdüler. Dedelerinin yanindan hiç ayrilmadilar. Onun mübârek dizlerinde oturarak, onun sevgi dolu gönlünden feyizler alarak yetistiler. Etrafa nur saçan tebessümleri ve iltifatlariyla gözlerini, gönüllerini nurlandirdilar. Onun nübüvvet nuruyla gelistiler. Gece-gündüz firsat bulunca dedelerinin kucagina kosarlardi.
Bir gün Habib-i Kibriya (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin evinde iken Cebrâil aleyhisselâm geldi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme annemize: “Ya Ümmü Seleme! Kapida dur içeriye kimse girmesin,” dedi. O sirada Efendimizin reyhani Hüseyin geldi ve birden içeri daldi, Rasûlullah (s.a.)’in boynuna atildi. Efendimiz onu kucagina aldi, öptü ve sevdi. Cebrâil aleyhisselâm: “Onu çok mu seviyorsun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” dedi. Bunun üzerine Cebrâil (a.s.): “iyi ama, ümmetin onu öldürecektir!” dedi. Efendimiz hayretle: “Demek onu öldürecek olanlar mü’minler!..” dedi. Cebrâil (a.s.): “Evet! istersen onun öldürülecegi yeri sana göstereyim,” dedi ve gösterdi. Oradan bir avuç kizil toprak alip getirdi. Efendimiz o topragi aldi ve kokladi da: “Bu toprak gam ve belâ kokuyor,” buyurdu. Daha sonra topragi Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize emânet olarak verdi ve: “Ey Ümmü Seleme! Bu, torunum Hüseyin’in öldürülecegi yerin topragidir. Ne zaman kan haline gelirse o vakit bil ki Hüseyin öldürülmüstür,” buyurarak ileride olacak hadiselere isaret etti.
Iki Cihan Günesi Efendimiz bu topragin Kerbelâ topragi oldugunu söylemisti. Kerbelâ, Irak’in Kûfe bölgesindedir. Efendimiz bu yeri tasa ve belâ yeri diye vasiflandirmistir. Bir seferinde Hz. Ali (r.a.) “Siffîn”e giderken bu mintikadan geçmisti. Firat kenarinda bir köy olan Ninova’ya gelince durdu ve burasinin adini sordu. Kerbelâ cevabini alinca Hz. Ali (r.a.) gözyaslarini tutamadi. Sonra sunlari söyledi:
“Bir defasinda Rasûlullah (s.a.)’in huzuruna gitmistim. Vardigimda agliyordu.
– Ya Rasûlallah! Seni aglatan nedir?” diye sordugumda bana: “Az önce Cebrâil aleyhisselâm yanimdaydi. Bana oglum Hüseyin’in Firat kenarinda Kerbelâ denen yerde öldürülecegini haber verdi ve o topraktan bir avuç alip bana koklatti. Gözyaslarim akiyorsa bu benim elimde degil ne yapayim kendimi tutamadim,” buyurdu.
Hz. Hüseyin (r.a.) agabeyi Hz. Hasan (r.a.) ile birlikte birçok seferlere katildi. Hz. Osman (r.a.)’in evini kusatan isyancilara karsi halifeyi korumak ve evine su tasimak üzere babasi tarafindan verilen vazifede bulundu. Babasinin halifeligi sirasinda beraberinde Kûfe’ye gitti. sehâdetinden sonra vasiyeti üzerine agabeyine itaat etti. Hz. Hasan (r.a.) ile Muâviye (r.a.) halifelik konusunda anlasinca Hz. Hüseyin bunu içine sindiremedi ve agabeyi ile birlikte Medine’ye döndü. Kendini ibadete verdi. Zühd ve takvâ üzere yasamaya gayret etti. Muâviye döneminde fitne çikarmak isteyen kimselere de firsat vermedi.
Muâviye (r.a.) 60. h. yilda Sam’da vefat edince oglu Yezid’e bîat etmedi. Yezid her ne sûretle olursa olsun Hz. Hüseyin ve arkadaslarindan bîat almasini Medine valisi Velid ibni Utbe’den istedi. Vali yumusak huylu, merhamet sahibiydi. Kendisine Hz. Hüseyin’in öldürülmesi fikri söylenince: “Benim dinimi mi yikmak istiyorsunuz? Yemin ederim ki Hüseyin’i öldürmek sûretiyle bütün dünyanin mal ve mülküne sahip olacagimi bilsem yine de bunu yapmam,” diyerek reddetti.
Bu haberler üzerine Hz. Hüseyin (r.a.) 28 Recep 60 h. (4 Mayis 680 m.) gecesi bütün aile fertleriyle birlikte Mekke-i Mükerreme’ye gitmek üzere yola çikti.
Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a.)’a bîat etmek için Meke’ye haber gönderdiler. O da amcasinin oglu Müslim ibni Akîl’i incelemelerde bulunmak üzere Kûfe’ye gönderdi. Müslim bir mektup yazarak Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e bîat edeceklerini hatta on bes yirmi bin kisinin bîatini onun adina kabul ettigini bildirdi. Fakat Yezid bu faaliyetleri ögrenince Müslim’i öldürttü. Halk korkudan biatlarini geri aldi. Hz. Hüseyin (r.a.) bu arada geçen hadiselerden haberdar olamadi. ibni Abbas, ibni Zübeyr ve ibni Ömer (r.anhüm) hazarâti Kûfe’ye gitmemesini tavsiye ediyorlardi. Gerekirse Mekke’de adiniza bîat aliriz diyerek görüs beyan ediyorlardi. Fakat kader-i ilâhî’nin önüne geçmek de kimsenin kâri degildi. Bir sevk-i tâbiî ile Hz. Hüseyin (r.a.) 8 Zilhicce 60 h. 9 Eylül 680 m. tarihinde ailesi ve bazi taraftarlariyla birlikte Kûfe’ye hareket etti.
Hz. Hüseyin (r.a.) rüyasinda Rasûlullah (s.a.)’i gördügünü ve bagladigi isi tamamlamakla emrolundugunu söyledi. Bunun için amcazâdesi Abdullah ibni Ca’fer’in gitmemesine dair yazdigi mektubuna da cevap vermedi. Yolda Kûfelilerin bîatlarindan caydigini ve Müslim ibni Akîl’in öldürüldügünü duyunca bir ara geri dönmeyi düsündü. Fakat kader tekrar o tarafa yönlendirdi. Kendisiyle beraber gelenlere: “isteyenlerin ayrilabilecegini,” söyledi. Yaninda sadece aile fertleri kaldi. Yaklasik 72 kisiyle birlikte Kerbelâ’ya vardi. Kûfe valisi Ubeydullah ibni Ziyad Rey valisi Ömer ibni Sa’d’a bir mektup göndererek Hüseyin’in dogrudan kendisine teslim olmasini istedi. Yoksa onunla savasmasini emretti. Her iki taraf da maalesef anlasamadi ve savas hazirligina basladi.
Hz. Hüseyin (r.a.) gerekli savas hazirliklarini yaptiktan sonra atina bindi ve önünde mushaf oldugu halde Ömer’in ordusuna yaklasti. Kendisinin buraya gelis amacini anlamalarini ve hakkinda insafli hüküm vermelerini istedi. Ömer ibni Sa’d hiçbir sey duymamis gibi davrandi ve aldigi emri yerine getirmek üzere ilk oku firlatti. Böylece savas baslamis oldu. Birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasinda tam bir dram yasandi. Hz. Hüseyin (r.a.)’in yirmi üç süvari, kirk piyadeden olusan askerleri kisa sürede azaldi. Hepsi sehid oldu. Hz. Hüseyin (r.a.) yalniz kaldi. Bu yalnizliktan yararlanan Sinan ibni Enes en-Nehâî bir harbe atti ve Hüseyin efendimizi yere düsürdü. Kendisi de atindan yere atlayarak indi ve Hüseyin efendimizin basini keserek sehid eyledi. 10 Muharrem 61. hicri 10 Ekim 680 m. senede 57 yaslarinda iken kader onu teslim aldi. Vücudunda 33 mizrak yarasi ve 33 kiliç darbesi vardi.
Hz. Hüseyin efendimizin sehid edildigi gün Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize verilen kizil toprak kan haline gelmisti. Annemiz onu kan seklinde görünce: “Eyvâh Hüseyin’im!.. Eyvâh Rasûlullah’in reyhani!..” diyerek aglamaya basladi ve etrafa haber verdi. Bu aci haberi duyan Medine halki feryatlara boguldu. O gün yer yerinden oynadi.
Sehidlerin cesetleri ertesi gün Gadiriye köylülerince topraga verildi.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz Rasûlullah (s.a.)’in sevgili torunlari olarak hep birlikte anilmislardir. Efendimizin “iki çiçek demeti” ve “Cennet gençlerinin efendileri” sifatiyla müslümanlar tarafindan daima sevilmis, sayilmis ve adlari çocuklara verilen en yaygin isimler arasinda yer almistir. Onlar yaratilis ve ahlâk itibariyle Rasûlullah (s.a.) Efendimize çok benzerlerdi. Halîm, selîm ve yumusak huylu idiler. sefkat, merhamet ve cömert idiler. Buyururlardi ki: “Cömert efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardesinin iyiligini, kendinden önce düsünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz çocuk yasta iken dedelerinin yanina serbest girip çikarlardi. Evde olsun, mescidde olsun o isik kandilinden ayrilmazlardi. Sefere gidip gelen ashâbi onlara hediyeler getirirdi. Dihye (r.a.) her ticârî seferden dönüste eli bos dönmezdi. O nur topu sevgili torunlar buna alistigi için bir gün Cebrâil aleyhisselâm’i da Dihye (r.a.)’a benzeterek varip ellerini koynuna soktular. Rasûlullah (s.a.) mahcup bir sekilde Cebrâil (a.s.)’a: “Ey kardesim Cebrâil! Sizi ashabimdan Dihye’ye benzettiler. O her sefer dönüsünde onlara hediyeler getirir deyince Cebrâil (a.s.) oturdugu yerden ellerini uzatip cennetten bir salkim üzüm ile bir kirmizi nar alip onlara hediye etti. Hz. Hasan ile Hüseyin sevinerek mescidden çikarken bir dilenci gelip onlardan istedi. Onlar da vermek istediginde Cebrâil (a.s.) mani oldu ve: “Ya Rasûlallah! O dilenci seytandir. Cennet meyveleri ona haram iken hile ile yemek istedi,” dedi. Rasûlullah’in sevgili torunlari böylesine cömert idi.
Hz. Hüseyin efendimizin soyu Ali Zeynelabidin vasytasiyla devam etmistir. Hüseyin efendimizin neslinden gelenler “Seyyid” ünvanyila anilmistir.
Hüseyin efendimizin basina gelen, yüreklerimizi sizlatan o aci hadiseleri gönüllerimizde hissederek devamli onun sevgisinin artmasina ve âhirette sefaatina vesile olmasini Rabbimizden niyaz ederiz. Amin.

EHLİBEYT

Anlam olarak Ehlibeyt Hz. Muhammed’in ailesi demek. Bu aile Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.
Alevi inancının temelini Ehlibeyt sevgisi ve bağlılığı oluşturuyor. Ehlibeyt’in kutsallığı ve masumluğu Kuran’da şöyle geçiyor:
Ahzap suresi
33. Ayet
"Ey Ehlibeyt, Tanrı sizi her türlü kirden arındırdı ve sizin tertemiz kalmanızı diler".
Yine sevgili Peygamberin Ehlibeyt için söylediği hadisler var. İşte bu hadislerden bir kaçı:
Kuran ve Ehlibeyt ikizdir.
Ey halk, biliniz ki bende insanım. Allah’ın daveti bana yakında gelecektir. Bende onu kabul edeceğim. İşte ben size iki mühim ve en değerli emaneti miras bırakıyorum. Bunlardan birincisi Kuran, ikincisi benim Ehlibeyt’imi. Allah’ın huzurunda size Ehlibeyt’imi tavsiye ediyorum.
Allah’ın huzurunda size Ehlibeyt’imi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size ehlibeytimi tavsiye ediyorum.
Bana ve Ehlibeyt’ime Selatü selam getirmeyenin duası kabul olmaz.
Benim şefaatim, ümmetimden Ehlibeytimi sevenleredir.
Ehlibeytim Nuh un gemisine benzer, ona sarılan ebedi kurtuluşa erer. Kim binmezse helâk olur.
Ey insanlar, Allah’ı kendi nimeti ile sizi beslediği için seviniz. Beni de Allah’a olan muhabbetinizle seviniz. Ehlibeyt’imi de bana olan muhabbetle seviniz.
Her şeyin bir esası, bir temeli vardır. Dinin esası da Ehlibeytimdir ve onlara muhabbettir.
Ehlibeyt’ime eziyet eden, Allah’a eziyet eder.
Bütün bu hadislerden anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber ümmetine Ehlibeyti’ne uymayı emretmiştir. Ama maalesef ümmetinden bazıları dünya malına tamah gösterip Ehlibeyt’e her türlü düşmanlığı yaptılar.
Hz. Hasan’ı zehirlediler, Hz. Hüseyin’i Kerbela’da şehit ettiler. Ama sevgili peygamber olacakları görmüş ve ümmetine şöyle seslenmiştir:
"Yahudiler 71 fırkaya bölündüler, Hıristiyanlar
72 fırkaya bölündüler, sizlerse (Müslümanlar) 73 fırkaya bölüneceksiniz. Ama bu 73 fırkanın içinde sadece bir tanesi doğru yolu bulacaktır. O da benim Ehlibeyt’ime uyanlar olacaktır."
Fazla söze gerek yok. Her şey ortada. Ehlibeyt’e muhabbet ve bağlılık ibadettir.

4 Mart 2008 Salı

12 İMAMLARIN İSİMLERİ

1) IMAM ALIYYEL MURTAZA
2) IMAM HASANI MÜŞTEBA
3) IMAM HÜSEYİNİ DEŞTİ KERBELA
4) IMAM ZEYNEL ABA
5) IMAM MUHAMMED BAKİRİ BEKA
6) IMAM CAFERİ SITKI SEFA
7) IMAM MUSA-İ KAZIM CİSMİ PAK
8) IMAM ALİ RIZA ŞAHI HOROSAN
9) IMAM MUHAMMED TAKİ
10) IMAM ALİ NAKİ
11) IMAM HASAN-ÜL ASKERİ GAZİ
12) IMAM MEHDİ SAHİBİ ZAMAN

20 Şubat 2008 Çarşamba

HAZRETİ ALİ'NİN DUASI

Hazret-i Hüseyin anlatır:
Recep ayıydı. Babamla beraber Kâ'be-i şerîfteydik. Kâ'bede ağlayıp, sızlayarak Allahü teâlâya duâ eden bir kimsenin sesini işittik. Babam, bu kimseyi çağırmamı söyledi. Hemen gidip o kimseyi buldum. Güzel yüzlü, temiz bir kimseydi. Fakat, sağ yanı felç olmuş, hareketsizdi. Kendimi tanıtıp, babamın kendisini beklediğini söyleyince hemen kalktı. Kendisine yardım ettim. Beraberce babamın yanına geldik. Babam:” Sen kimsin ve bu halin nedir?” diye sorunca adam şunları anlattı:
Ey mü'minlerin emiri, Allahü teâlâ tarafından cezaya çarptırılan kimsenin hali nasıl olur? İsmim Menazil bin Lahık'tır. Ben vaktimi oyun ve eğlence ile geçirdim. Hep nefsimin arzuları peşinde koşardım. Mübârek aylara hürmet etmez, mübârek aylarda ve gecelerde günah işlemeye devam ederdim. Salih bir babam vardı. Beni günahlardan vazgeçirmek için uğraşırdı. Yine bu kıymetli ayların birinde bana dedi ki:
- Allahü teâlânın azabı şiddetlidir. Bir anda kahredebilir. Kötü arkadaşlardan vazgeç! Bu kötü işleri bırak! Zîrâ melekler ve bu aylar senden şikâyet ederler.
Nasîhata hiç tahammülüm olmadığı için, babamın üzerine yürüyüp onu dövdüm ve susturdum. Babam benim bu yaptığıma çok üzülmüştü. Bunun üzerine, yedi gün oruç tutup, Kâ'be-i muazzamaya gitti. Yanında ben de vardım. Burada şöyle duâ etti:” Ey Rabbim! Mazlumların âhını yerde bırakmazsın. Bu mübârek ayda, bu mübârek yerde yapılan duâları reddetmezsin. Benim hakkımı oğlumdan al, oğlumun bir tarafını kurut!”
Daha babam duâsını bitirmemişti ki, sağ tarafım felç olup, kurumuştu.
Baban bu halimi ,çok üzüldü, duâsının bu kadar çabuk kabûl edileceğini düşünememişti. Perişan halde beraber geri döndük. Ben yaptıklarımdan çok pişman olmuştum, fakat olan olmuştu. Babam da benim bu halimi gördükçe o da çok üzülüyordu.
Nihayet dayanamayıp, yine Kâ'be-i şerîfin huzurunda benim, iyileşmem, eski halime dönmem için duâ etmek niyyetiyle hayvana binip yola çıktı. Fakat, yolda hayvandan düşüp öldü. böylece artık iyileşme ümidim kalmadı. İşte bu halimle her gün gelip burada cenâb-ı Hakka yalvarıyorum. İnşaallah Rabbim, yine içinde bulunduğumuz şu mübârek aylar hürmetine duâmı kabûl eder de perişan halden kurtulurum.
Hazret-i Hüseyin sonrasını şöyle anlatır:
Babam, adamın bu halini görünce dayanamadı, bu kimseye bir duâyı öğretti. Ertesi gün bizim yanımıza hiçbir şeyi kalmamış olarak geldiğinde, sordum:
- Bu hale nasıl geldin?
- Akşam eve gittiğimde, babanızın öğrettiği duâyı okuyacaktım. O ara uykuya daldım. Rü'yâmda, bana bir ses "Allahü teâlâ sana yetişir. Sen öyle bir duâ öğrendin ki, bu ism-i a'zamdır. Onunla duâ olunduğunda kabûl olunur, onunla istediğin verilir." dedi.
Sevinç içinde uyandım. O arada tekrar bir ağırlık bastı, yine uyudum. Bu defa rü'yâda Resûlullahı gördüm. Halimi kendilerine arzettim. İnci saçılan mübârek dilinden:
- Amcamın oğlu Ali'nin öğrettiği duâyı oku! Sana ism-i a'zamı öğretti. Onunla duâ kabûl olur, istenen şey verilir, buyurdu. Ben de:
- Yâ Resûlallah! Mübârek ağzınızdan da o duâyı dinlemeği arzu ederim, diye yalvardığımda bana o duâyı söyledi. Duâ şöyleydi:
"Allahümme innî es'elüke yâ âlimel hafiyye, ve yâ men-is-semâu bikudretihi mebniyye, ve yâ men-il-erdu biizzetihi mudhıyye, ve yâ men-iş-şemsü vel-kameru binûri celâlihi müşrika ve mudıyye ve yâ mukbilen alâ külli nefsin mü'minetin zekiyye ve yâ müsekkine ra'b-el-hâifîne ve ehl-et-takıyye, yâ men havaicul-halki indehü makdıyye, yâ men necâ Yûsüfe min rıkk-il-ubûdiyye, yâ men leyse lehü bevvâbün yûnâdî velâ sâhibun yağşa ve lâ vezîrun yu'tî ve lâ gayruhu rabbün yud'a ve lâ yezdadu alâ kesretil-havaici illâ keremen ve cûden ve sallallahu alâ Muhammedin ve âlihi ve a'tini süâli inneke alâ külli şey'in kadîr." (67/1)
Ben de onu okuyup hemen uyandım. Kendimi, yakalanmış bulunduğum hastalık ve sakatlıktan, felçli halden kurtulmuş halde buldum.
Hazret-i Ali buyurdu ki: “Bu duâya sımsıkı sarılın. Çünkü o Arş-ı a'zamın hazinelerinden bir hazinedir.” (Gunyetüt-Tâlibîn)
Ayrıca Receb ayında her gün şu duâ okunmalıdır:
“Allahümme bârik lenâ fî Racebe ve şâbane ve belliğnâ Ramazâne” (Allahın, Receb ve Şâbanı bize mübarek eyle, bizi Ramazana yetiştir!)

12 Şubat 2008 Salı

SEYİT BATTAL GAZİ TÜRBESİ

Zaman 1204 yıllarında, Anadolu Selçuklu'larının başında Sultan Alâeddin Keykubat'ın hükümran olduğu çağlardır.Alâeddin Keykubat, son derece adil, aydın ve sevilen bir insandı. Annesi Ümmühan Hatun da, tıpkı oğlu gibi, adalette, cömertlikte, iyilikte kimsenin yarış edemeyeceği bir kadındı. Günlerden bir gün, bir rüya gördü. "Tasvir gibi güzel, Hamza gibi kuvvetli, Ali gibi heybetli" bir yiğit Ümmühan Hatun'a dedi ki:"Ey Hatun! Ben O kişiyim ki Diyarı Rûm'u aldım, kâh karada, kâh denizde doksan yıl gazilik ettim. Sonunda Mesihiye kalesinde şehit oldum. Gel beni ziyaret et, Üzerime bir türbe yap!."Ümmühan Hatun, rüyasını oğluna anlattı, Alâeddin Keykubat haznedarlarına emir verdi, ne lazımsa develere yükletildi. Sultan Hatun Mesihiye kalesine doğru yola çıktı.Hacı Emre köyünden, kutluca Çoban o devirlerde harap bir halde bulunan Mesihiye kalesi çevresinde koyunlarını otlatırdı. Çoğu çobanlar gibi uyanık gönüllü, keşfi açık, nasipli bir insandı.Bir gün koyunlarını otlatırken, koyunların bir yere gidince yürüyemediklerini, sanki önlerindeki toprağa basmak istemediklerini fark etti. Acaba yanılıyor muyum diye bir denedi, iki denedi, fakat gördü ki hiçbir koyun o yere ayağını basmıyor. Kutluca Çoban ertesi gün, belki unutmuşlardır diye sürüyü gene dün işaretlediği o topraklardan geçirmek istedi ama nafile! Çoban gördüklerinde yanılmıyordu. Burada bir şey vardı, hayvanların basmak istemedikleri, her halde kutlu bir şey, belki bir mezar...Bir gün, beş gün, on gün... Çoban artık o topraklardan ayrılamaz oldu. Bir gece, gene aynı yerde, koyunlar otlar, çoban derin derin düşünürken, ansızın, gökten bir nur dalgasının , koyunların asla çiğnemediği o toprak parçasına indiğini gördü.Kendinden geçti, mest ve hayran kadı, koyunlar da yerlerinden kıpırdamadılar, gün ışıyıncaya kadar öyle kaldılar.Kutluca Çoban gece gördüklerini vardı, gitti Mesihiye beyine anlattı. Bey, hemen o yerin etrafına bir duvar çektirtti," Kimse içeri abdestsiz girmesin, kimin ne haceti varsa orada iki rekat namaz kılıp istesin, niyazları kabul olunur." dedi.Günlerden bir gün, Ümmühan Hatun'un kervanı geldi Mesihiye kalesinin yolunda bir yere kondu. Bey, Ana Sultan'ı karşılamaya varınca Ümmühan" Bu kale yakınında hiç ziyaretgâh var mıdır?" diye araştırdı.Bey bilmiyordu. Ancak, Kutluca Çoban'ın görüp anlattıklarını Ana Sultan'a aktardı," Ne vardır bilmem ama ben etrafına duvar çektirttim, şimdi herkes oraya gider" dedi.Ümmühan Hatun ses etmedi, kalktı Kutluca Çoban'ın bulunduğu yere gitti, bir de onu dinledi. Sonra orada iki rekât namaz kıldı ve"Gördüğüm rüya Allah katından ise bana onu yine göster" diye yalvardı.Evet! Ümmühan Hatun'un rüyası Allah katındandı. Çünkü o tasvir gibi güzel, Hamza gibi güçlü, Ali gibi heybetli insanı gene gördü."Kılıç belinde, imame başında, nikab yüzünde idi" idi.Nikabını açtı:"Ol gördüğün benim! Seyyit Battal Gazi'yim. O kişiyim . Türbemi sen yaptır. Bir mescit, bir de tekke bünyad eyle. Alimler ve dervişler getir, vakıflar yap" dedi. Ümmühan Hatun ağzı dili bağlanmış, karşısında divan duruyordu. Seyit Gazi ona iki kitab verdi" Bizim yâdigârımız olsun!" dedi.Hemen ertesi gün Ümmühan Hatun'un emriyle mimarlar,nakaşlar, ustalar, kalfalar, çiniciler, boyacılar, camcılar... kısaca Selçuk ülkesinde ne kadar sanatçı varsa, Mesihiye kalesine çağrıldı. Seyit Battal Gazi'nin istediği gibi mescit, medrese, semâhane, aşhane, misafirhane binaları yapıldı.Bütün bu sayılanlar güzelliğine ve değerine paha biçilemeyen bir çift küpenin tekiyle yapılmıştır. Bir gün türbe yıkılır, yanar, yeniden yapımı gerekirse diye, küpenin tekini Ümmühan Hatun direklerden birinin dibine bir demir kutu içinde gömdürdü. Ama hangisinin altında olduğunu direkler bile bilmiyor. Türbenin büyük kapısında"Esselâmün aleyküm ya Sultan Seyit Gazi" diye yazar.Giriş kapısında ise"Bu mübarek makam Sultan Seyit Battal Gazi'nindir. Hak rahmet eylesin" diye haber verir.

HACI BEKTAŞ VELİ

Hacı Bektaş Veli, 13. Yüzyıl'da yaşamış bir mutasavvıf ve düşünürdür. O, Anadolu'yu Türkleştiren Türkmen gücünün hayatına şekil veren bir halk lideridir. Hacı Bektaş Veli'ye bağlı Türkmenler'e, Bektaşi denilmiştir. Bugün Hacı Bektaş Veli, Anadolu gibi Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Bosna, Arnavutluk, Macaristan, Romanya gibi ülkelerde bile Türkler arasında bilinen, saygıyla anılan bir önderdir. 16. yüzyıl'a ilişkin Osmanlı belgelerini incelediğimizde kırsal kesimdeki nüfusun çoğunluğunun Alevi-Bektaşi nitelikli olduğu ortaya çıkıyor. Hacı Bektaş Veli, genelde kırsal kesime hitap eden bir düşünür/önder olarak sivrildi. Zamanla onun düşüncesi kentlere de girdi. Kentlerde Bektaşilik adı altında şekillenen bu düşünce, esnaf arasında oldukça yayıldı.Öte yandan, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda da Hacı Bektaş Veli'nin düşünceleri etkili oldu. Osmanlı Devleti, Türkmen göçebelerine dayanan bir özellik taşıyordu. Bu beyliğin kurucusu Osman Bey, eşitlikçi bir dünya görüşünü temsil ediyordu. Osmanlı Devleti Balkanlar'a geçince Bektaşi düşüncesinin eşitlikçi, insancıl özünden de yararlandı. Bugün bile Balkan ülkelerindeki Bektaşi dergahlarına Hıristiyan halkın saygı duyması, işte bu düşünce genişliğinden kaynaklanmaktadır.Hacı Bektaş Veli'nin mekanı ve makamı olarak bilinen Hacıbektaş İlçesi, bugün Nevşehir'e bağlı bulunuyor. Kırşehir ile Nevşehir arasındaki bu ilçe, ünlü Kapadokya havzasında yer alır. Bölge, Orta Anadolu'nun ilginç alanlarından birisidir. Buralar Roma ve Bizans uygarlığının çok kuvvetli eserlerini de barındırmaktadır. Ünlü peribacalarının, kaya kiliselerinin, yeraltı şehirlerinin bulunduğu bir bölgede yer alır Hacıbektaş.
Hacı Bektaş Veli Karacahöyük'te hayata gözlerini yummuş ve burada toprağa verilmiştir. Onun mezarı çevresinde derhal bir türbe oluşturulmuş ve burası kısa sürede dergaha çevrilerek (halk üniversitesi haline getirilerek) merkez nokta yapılmıştır. Karacahöyük'te, Hacı Bektaş Veli'nin makamına onun soyundan gelen ve Çelebiler denilen çocukları oturmuşlardır. Karacahöyük adı, daha sonra Hacı Bektaş Veli'ye saygı ile Hacıbektaş'a çevrilmiştir. Bugün Hacıbektaş İlçesi, Nevşehir'e bağlıdır ve turizmin hızla geliştiği noktalardan birisidir.Yeniçerilerin PiriOsmanlı Devleti, devşirme denilen Hıristiyan çocuklarından oluşturduğu orduyu Hacı Bektaş Veli'nin düşüncelerinden yararlanarak eğitti ve şekillendirdi. Yeniçeri Ordusu denilen bu ordunun başında bulunan ağa da Bektaşi idi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti'nin birinci gücü olmuştur.Yeniçeri ordusu, törenlerde gülbank çeker (dua okur) ve bu gülbankta da Hacı Bektaş Veli'nin adı anılırdı. Duanın sonu şöyleydi: Pirimiz hünkarımız Hacı Bektaş-ı Veli'nin demine devranına hu diyelim hu!Kısacası, Hacı Bektaş Veli sadece bir düşünür ve din adamı değil, devlete şekil veren siyasal bir kimlik olarak da son derece önemlidir.
Yaşamı hakkında açık bilgiler yoktur. Buna karşı Hacı Bektaş Veli etkileri ve yaptıklarından dolayı tarihi ve ebedi eserlere konu olmuştur Hacı Bektaş Veli, 13. Yüzyıl'da yaşamıştır. Bu tarih, eski bir Vilayetname'ye eklenen notta 1209-1271 olarak saptanmıştır. Bu tarihlerin doğruluğunu şu kanıtlar onaylar.
· Hacı Bektaş Veli, 1273 tarihinde öldüğü kesin olan Mevlana Celalettin-i Rumi ile çağdaştır. Bu çağdaşlığı, Mevlevi kaynakları ortaya koymaktadır.Bu iki ulu kişinin arasında güçlü bir bağlantı olduğunu, tarih göstermektedir.
· Hacı Bektaş Veli, 1263-1264 tarihlerinde Anadolu'dan Kırım'a geçen Alevi Türkmenler'in başında bulunan Sarı Saltuk'un da mürşididir (Öğretmenidir). Hacı Bektaş'ın, 1282'den sonra ölen Saru Saltuk'dan daha büyük veya onunla yaşdaş olması normal sayılmalıdır.
· Hacı Bektaş; Taptuk Emre'nin; Taptuk Emre de Yunus Emre'nin mürşididir. Bugün, Yunus Emre'nin 1320 civarında Hakka yürüdüğünü (öldüğünü) biliyoruz. Yunus Emre'nin manevi gıdasını veren de Hacı Bektaş'tır. Öyleyse, Büyük Pir'in, Yunus Emre'den önce Hakka yürüdüğünü söylemek yanlış olmaz.
· Vilayetname'de, Hacı Bektaş'a karşı çıkan ve onun duvarı yürüttüğünü görünce teslim olan Seyyit Mahmud-ı Hayrani de 1267-1268 tarihlerinde ölmüştür. Cacaoğlu Nureddin de yine bu yüzyılda yaşamış olup Hacı Bektaş Veli'nin manevi büyüklüğünü anlatan Vilayetnamede adı geçen önemli kişilerden birisidir.
· 1275 ile 1343 yılları arasında yaşayan Ebülfarac Vasıti'nin Tiryakül Muhabbin adlı eserinde de adı geçen Hacı Bektaş'ın, 1343'ten önce ölmüş ve oldukça şöhret kazanmış olduğu anlaşılıyor.
· En önemli kanıtlardan birisi de; Kırşehir'de bir Mevlevi tekkesi kurmuş olan Şeyh Süleyman bin Hüseyin'in vakfiyyesinde geçen 'fi nahiyetil-Hacı Bektaş kuddise sırruhu...' ibaresidir. 1297 tarihli bu ibareden, Hacı Bektaş'ın bu tarihte artık ölmüş olduğu anlaşılmaktadır. Kuddıse sırruhu ibaresinin, o tarihlerde sağ insanlar için de kullanıldığı görüşü, belli bir kanıta dayanmamaktadır... (Bu bilgi için bak: John Kingsley Birge, Bektaşilik Tarihi, s. 45. Birge'nin naklettiği bir başka bilgi de 1295 tarihli bir vakfiyede yer alıyor. Orada da Hacı Bektaş Veli'den merhum diye söz edilmektedir.).Karacahöyük'e yerleştiGerek Aşıkpaşazade'nin tarihinde, gerekse 14. Yüzyılın ortalarında yazılan 'Menakıbül Kudsiyye'de; Hacı Bektaş'ın Baba İlyas-ı Horasani'nin yolunda, onun ardası olduğu vurgulanır. 1240 yılında öldürülen Baba İlyas'ın ardası olacak birisinin o dönemlerde 25-30 yaşlarında olması gerekir. Hacı Bektaş Veli hakkında, onun yaşadığı dönemi çok iyi bilen Elvan Çelebi tarafından yazılmış bulunan Menakıbül Kudsiye'de geçen beyitlerden anlaşılıyor ki Hacı Bektaş Veli ve yanındaki yoldaşları 1240 yılında çıkan Baba İlyas isyanına katılmamışlardır. Bu kayıtlardan şunu da anlıyoruz ki Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebali de Baba İlyas'ın öğrencilerindendir ve Hacı Bektaş Veli ile akran bilgelerden birisidir. Bu bilgiler gösteriyor ki Hacı Bektaş veli isyan edenlere katılmamıştır. Fakat o, isyana katılmış güçlerden bir bölümünü alıp devletin ulaşıp katledemeyeceği bir noktaya taşımış ve oraya yerleştirmiştir. İşte o nokta da Karacahöyük olmuştur.

Ziyaret kılavuzu(Bu bölümdeki bilgiler Çelebi Celaleddin Ulusoy'un Hacı Bektaş Veli Külliyesi ve Diğer Ziyaret Yerleri adlı kitapçığından alınmıştır.)
Hacı Bektaş Veli'yi ziyaret edenlerin, külliye içersinde bulunan kutsal yerleri ve makamları iyi tanıması gerekir. Bu noktaların en önemlileri şunlardır:Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Dergah)Hacıbektaş ilçesinin orta yerinde, büyük bir bahçenin çevirdiği, batıdan doğuya doğru uzanan, üç avlu içerisindeki türbeler ve diğer hizmet yapıları, Hacı Bektaş Veli Külliyesi'ni oluşturmaktadır. İlk yapı olan 'Çile Damı' Hacı Bektaş Veli'nin sağlığında inşa edilmiş, çeşitli zamanlarda yapılan eklentiler ve yenilemelerle Külliye bugünkü şeklini almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi, Orhan Gazi zamanında, 1338 yıllarında, nisbeten basit bir yapı olarak Çile Damı'na eklenmiştir. Türbe bugünkü şekliyle, sekizgen bir zemin üzerinde, Murat (Hüdavendigar) hayatta bulunduğu sırada, Hacı-Bektaş Veli'nin oğlu Seyyid Ali Sultan tarafından, 1385 yılında yeniden yaptırılmıştır. 1485-86 yıllarında 2. Beyazıt tarafından türbenin çevresi tanzim edilmiş ve kubbesi kurşunla kaplanmıştır. Osmanlı Sultanı 2. Mahmut 1827 yılında, türbeler dışında kalan tüm külliye binalarını yıktırmış, Dergah Avlusu'nun doğu köşesindeki camiyi yaptırmıştır. Külliye, 1869-70 yıllarında Osmanlı hükümdarı Abdülaziz'in gönderdiği mimarlar tarafından, Hacı Bektaş Veli Dergahı postnişini Ali Celalettin Çelebi'nin nezaretinde yeni baştan yapılmış ve türbeler onarılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1958-59 yıllarında tamire muhtaç yerleri onartmış ve 16 Ağustos 1964 yılında Külliye, müze olarak açılmıştır.1. Avlu: Nadar AvlusuKülliye'nin birinci avlusuna, son restorasyondan sonra yeniden yapılmış cümle kapısından girilir. Eskiden bu kapıya 'Taç Kapı'da deniliyordu. Tamirden önce kapının dış yüzüne 'Burası aşıkların kabesidir. Eksik gelen tamam olur' anlamında kitabe vardı. Birinci avlu, eskiden beri 'altın avlu' anlamına gelen 'Nadar Avlusu' adı ile anılmıştır. Avlu'nun girişe göre sağ tarafında, Fatma Fikriye Hanım tarafından yaptırılan, motiflerle süslü Üçler Çeşmesi yer alır.2. Avlu: Dergah AvlusuMeydan Avlusu da denilen Dergah Avlusu'na piramit üstlüklü Üçler kapısından girilir. Konuklarca Arslanlı Avlu olarak bilinen Dergah Avlusu'nun girişe göre sağ tarafında Arslanlı Çeşme, Aş Evi, Cami, Sol tarafında Mihman Evi, Meydan Evi, Kiler Evi vardır. Avlunun iki, tarafı Selçuki revaklarla çevrilmiştir. Arslanlı Çeşme'nin ilk yapılışı oldukça eskidir. Yusuf Bali Çelebi'nin oğlu Bektaş Çelebi'ye konuk olan Ali Bey oğlu Malkoç Bali Bey, dergaha bergüzar olarak bu çeşmeyi yaptırmıştır. Üç kapı ve iki koridordan geçildikten sonra Aş Evi'ne girilmektedir. Aş Evi'nde ortadaki ocakta bulunan büyük kazan, Kara Kazan diye anılmaktadır. Aş Evi geçildikten sonra Dergah Camisi'ne varılır. Kısa minaresi ve özel yapısı ile çevredeki binalara uyan sağlam cami, 1827 yılında, Nakşibendi usulü ibadet yapılmak üzere Osmanlı Padişahı 2. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Dergah Avlusu'na girişe göre soldan ilk kapı Mihman Evi'nindir. Aynı sıradaki ikinci kapı Meydan Evi'ne açılmaktadır. Burası yedi kat gökyüzünü temsil eden tavanı ile dikkat çekicidir. Hacı Bektaş Veli'nin arslanla geyiği kucaklayan minyatürünün orijinali ve diğer bazı müze eşyası burada sergilenmektedir. Meydan Evi geçildikten sonra, avlunun sol köşesindeki Kiler Evi'ne gelinir.Yeniçerilerin gür sesi1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir müfreze Hacıbektaş'a geliyor, Dergah Avlusu'nda saf tutarak, Hacı Bektaş Veli Evladı'ndan postnişin olan zatın da katılması ile: 'Mü'miniz kalu-beli'den beri... Hakkın Birliğine eyledik ikrar... Bu yolda vermişiz seri... Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar... La Yezal mestaneleriz... Nur-ı ilahide pervaneleriz... Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile... On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli... Üçler, beşler, yediler... Nur-ı Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş Veli... Demine devranına Hu diyelim Hu!' diye gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir'den himmet istiyorlardı. O tarihlerde yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler'in gür sesi Hacıbektaş'ın her tarafından duyuluyordu.Çicek bahçesi Hazret AvlusuHacı Bektaş Veli dergahında, üst tarafı kubbe ile örtülmüş Altılar Kapısı'ndan girilen Hazret Avlusu bir çiçek bahçesi görünümündedir. Tam karşıda Hacı Bektaş Veli Türbesi ve Kırklar Meydanı girişi, Avlu'nun sağ köşesinde de bal peteği rengindeki yontma taşlarla yapılmış Balım Sultan türbesi vardır. Kırklar meydanına üç kemerli bir eyvandan girilmektedir. Sağ tarafta, tek pencerinden pek az ışık alan Çile Damı (Kızılca Halvet) vardır. Hacı Bektaş Veli'nin sağlığında mevcut olan tek yapı burasıdır. Tonos kubbeli koridorun sonundaki kapıdan Mürüvvet penceresinin aydınlattığı Kırklar Meydanı'na girilir. Güneş motifli ahşap tavanla örtülmüş Kırklar Meydanı'nda ünlü Kırk Budak, Hz. Ali'nin el yazması olduğu söylenen Kur'an yaprağı, tarihi değeri olan eserler sergilenmektedir. Kırklar Meydanı'nın doğu kısmındaki terasta on Hacı Bektaş evladından iki zatın mezarı bulunmaktadır.Hacı Bektaş Veli türbesiKırklar Meydanı'nda girişe göre sağ tarafta, etrafı mermer kaplama küçük bir kapıdan Hacı Bektaş Veli (1209-1271) türbesine girilmektedir. Mermer kaplamaların işlemeleri arasında üç balık dört güvercin motifi vardır. Gök Eşik diye adlandırılan kapının altında, türbeyi yapan mimar Derviş Sadık'ın mezarının bulunduğu söylenir. Kesin olmayan bazı söylentilere göre de bu mezar Kadıncık Ana'ya aittir. Ortasında yüksekçe bir sanduka bulunan Hacı Bektaş Veli Türbesi, Külli'yenin en önemli yeridir. Türbenin duvar ve pencereleri işlemeli puşidelerle süslenmiştir. Çiçek motifli kubbe aşab piramid şeklindedir. Hacı Bektaş Veli Külliyesi dışında kalan ziyaret yerleriBektaş Çelebi TürbesiHacıbektaş Bala mahallesinde klasik kümbet şeklinde yapılmış türbede Hacı Feyzullah Çelebi'nin oğlu Bektaş Çelebi'nin mezarı vardır. (1710-1761) Şiirler'inde Şiri mahlasını kullanan Bektaş Çelebi'nin türbesi 18.yüzyıl sonlarında yapılmıştır. Türbe 1906 yılında Cemalettin Çelebi tarafından restore edilmiştir.AtkayaHacıbektaş Bala mahallesindedir. Menkıbedeki anlatıma göre, Seyyid Mahmut Hayrani'nin arslana binip yılanı kamçı ederek geldiğinin haber verilmesi üzerine, Hacı Bektaş Veli'nin 'O canlıya binmiş, bizse cansıza binelim' diyerek yürüttüğü kaya, Atkaya olarak anılmaktadır.ÇilehaneHacıbektaş'a yaklaşık 2 Km. uzaklıktadır. Kulunç kayası, ünlü alıç ağacı, Delikli Taş, Zemzem Çeşmesi, Veliyettin Çelebi türbesi buradadır. Hacı Bektaş Veli'nin çile doldurduğu menkıbelerde anlatılan taşdan oyulmuş küçük bir mağaradan adını alan Çilehane, Hacıbektaş'a gelen herkesin görmek istediği bir yerdir.BalımeviHacıbektaş Zir mahallesinde, ünlü Ak Pınar çeşmesinin biraz yukarısında, Kadıncık Ana'nın babası İdris Hoca'ya ait olduğu sanılan üç odalı bir evdir. Elbisesiz kalan Kadıncık Ana'nın sığındığı tandır, bahçe ile çevrili bulunan bu evin içindedir. KarahöyükAnkara yönünden gelirken Hacıbektaş'ın girişinde bulunan yığma bir hüyüktür. Menkıbelerde, Hacı Bektaş Veli'nin güvercin donunda buraya konduğu anlatılır. Höyüğün içinde milattan öncesine ait tarihi kalıntılar bulunmaktadır. Ak Pınar ve Hamur Kaya da buradadır.Han BağıHacıbektaş'ın güney yönünde 2 Km. uzaklıktadır. Dergaha vakfedilen Han Bağı'nda, bir babanın yönetiminde çalışan dervişler dergahın sebze, üzüm, bal ihtiyacını karşılaşıyorlardı.
Rıza Zelyut’un yazı dizisinden alınmıştır.

YASİN SURESİ ARAPÇA VE TÜRKÇESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm(1) Yâsîn (2) vel kur’ânil hakîm(hakîmi) (3) inneke le minel murselîn(murselîne) (4) alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) (5) tenzîlel azîzir rahîm(rahîmi) (6) li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne) (7) lekad hakkal kavlu alâ ekserihim fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne) (8) innâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn(mukmehûne) (9) ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden, fe agşeynâhum fe hum lâ yubsırûn(yubsırûne) (10) ve sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne) (11) innemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin) (12) innâ nahnu nuhyil mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmin mubîn(mubînin) (13) vadrıb lehum meselen ashâbel karyeh(karyeti), iz câehel murselûn (murselûne) (14) iz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne) (15) kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum illâ tekzibûn(tekzibûne) (16) kâlû rabbunâ ya’lemu innâ ileykum le murselûn(murselûne) (17) ve mâ aleynâ illel belâgul mubîn(mubînu) (18) kâlû innâ tetayyernâ bikum, le in lem tentehû le nercumennekum ve le yemessennekum minnâ azâbun elîm(elîmun) (19) kâlû tâirikum meakum, e in zukkirtum, bel entum kavmun musrifûn(musrifûne) (20) ve câe min aksal medîneti raculun yes’â kâle yâ kavmittebiûl murselîn(murselîne) (21) ittebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn(muhtedûne) (22) ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne) (23) e ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin lâ tugni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûn(yunkızûni) (24) innî izen le fî dalâlin mubîn(mubînin) (25) innî âmentu bi rabbikum fesmeûn(fesmeûni) (26) kîledhulil cenneh(cennete), kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn (ya’lemûne) (27) bimâ gafere lî rabbî ve cealenî minel mukremîn(mukremîne) (28) ve mâ enzelnâ alâ kavmihî min ba’dihî min cundin mines semâi ve mâ kunnâ munzilîn(munzilîne) (29) in kânet illâ sayhaten vâhıdeten fe izâ hum hâmidûn(hâmidûne) (30) yâ hasreten alel ıbâd (ıbâdi), mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne) (31) e lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn(yerciûne) (32) ve in kullun lemmâ cemîun ledeynâ muhdarûn(muhdarûne) (33) ve âyetun lehumul ardul meyteh(meytetu), ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhu ye’kulûn(ye’kulûne) (34) ve cealnâ fîhâ cennâtin min nahîlin ve a’nâbin ve feccernâ fîhâ minel uyûn(uyûni) (35) li ye’kulû min semerihî ve mâ âmilethu eydîhim, e fe lâ yeşkurûn (yeşkurûne) (36) subhânellezî halakal ezvâce kullehâ mimmâ tunbitul ardu ve min enfusihim ve mimmâ lâ ya’lemûn(ya’lemûne) (37) ve âyetun lehumul leyl(leylu), neslehu minhun nehâre fe izâ hum muzlimûn(muzlimûne) (38) veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi) (39) vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm (kadîmi) (40) leş şemsu yenbagî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr (nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne) (41) ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyetehum fîl fulkil meşhûn(meşhûni) (42) ve halaknâ lehum min mislihî mâ yerkebûn(yerkebûne) (43) ve in neşe’ nugrıkhum fe lâ sarîha lehum ve lâ hum yunkazûn(yunkazûne) (44) illâ rahmeten minnâ ve metâan ilâ hîn(hînin) (45) ve izâ kîle lehumuttekû mâ beyne eydîkum ve mâ halfekum leallekum turhamûn (turhamûne) (46) ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’ridîn (mu’ridîne) (47) ve izâ kîle lehum enfikû mimmâ rezakakumullâhu kâlellezîne keferû lillezîne âmenû e nut’imu men lev yeşâullâhu at’ameh(at’amehu), in entum illâ fî dalâlin mubîn(mubînin) (48) ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne) (49) mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhıdeten te’huzuhum ve hum yahıssımûn(yahıssımûne) (50) fe lâ yestetîûne tavsiyeten ve lâ ilâ ehlihim yerciûn (yerciûne) (51) ve nufiha fîs sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn(yensilûne) (52) kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânu ve sadakal murselûn(murselûne) (53) in kânet illâ sayhaten vâhıdeten fe izâ hum cemîun ledeynâ muhdarûn(muhdarûne) (54) fel yevme lâ tuzlemu nefsun şey’en ve lâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne) (55) inne ashâbel cennetil yevme fî şugulin fâkihûn(fâkihûne) (56) hum ve ezvâcuhum fî zılâlin alel erâiki muttekiûn (muttekiûne) (57) lehum fîhâ fâkihetun ve lehum mâ yeddeûn(yeddeûne) (58) selâmun kavlen min rabbin rahîm(rahîmin) (59) vemtâzûl yevme eyyuhel mucrimûn (mucrimûne) (60) e lem a’hed ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun) (61) ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun) (62) ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn (ta’kılûne) (63) hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne) (64) ıslevhel yevme bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne) (65) el yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne) (66) ve lev neşâu le tamesnâ alâ a’yunihim festebekûs sırâta fe ennâ yubsırûn(yubsırûne) (67) ve lev neşâu le mesahnâhum alâ mekânetihim fe mâstetâû mudiyyen ve lâ yerciûn(yerciûne) (68) ve men nuammirhu nunekkishu fîl halk (halkı), e fe lâ ya’kılûn(ya’kılûne) (69) ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagî leh(lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn(mubînun) (70) li yunzire men kâne hayyen ve yehıkkal kavlu alel kâfirîn(kâfirîne) (71) e ve lem yerev ennâ halaknâ lehum mimmâ amilet eydînâ en’âmen fe hum lehâ mâlikûn(mâlikûne) (72) ve zellelnâhâ lehum fe minhâ rakûbuhum ve minhâ ye’kulûn(ye’kulûne) (73) ve lehum fîhâ menâfiu ve meşârib(meşâribu), e fe lâ yeşkurûn (yeşkurûne) (74) vettehazû min dûnillâhi âliheten leallehum yunsarûn(yunsarûne) (75) lâ yestetîûne nasrahum ve hum lehum cundun muhdarûn(muhdarûne) (76) fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne) (77) e ve lem yerel insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubîn(mubînun) (78) ve darabe lenâ meselen ve nesiye halkah(halkahu), kâle men yuhyil izâme ve hiye remîm(remîmun) (79) kul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merreh(merretin), ve huve bi kulli halkın alîm(alîmun) (80) ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne) (81) e ve leysellezî halakas semâvâti vel arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ ve huvel hallâkul alîm(alîmu) (82) innemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu) (83) fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn(turceûne).



(1) Yasin. (2) Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) Kur’ân’a andolsun. (3) Muhakkak ki sen, gerçekten gönderilen resûllerdensin. (4) Sıratı Mustakîm üzerinde(sin). (5) Azîz ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir. (6) Babaları uyarılmamış bir kavmi, uyarman içindir. Çünkü onlar gâfillerdir. (7) Andolsun ki (Allah’ın) söz (ü) onların çoğunun üzerine hak oldu. Artık onlar âmenû olmazlar (Allah’a ulaşmayı dilemezler). (8) Muhakkak ki Biz, onların boyunlarına, çenelerine kadar halkalar (zincirler) kıldık (geçirdik). Bu sebeple onlar, başları yukarı kaldırılmış olanlardır. (9) Ve onların önlerine ve arkalarına set kılarak (çekerek) böylece onları perdeledik. Artık onlar göremezler. (10) Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için eşittir. Onlar âmenû olmazlar (Allah’a ulaşmayı dilemezler). (11) Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve “kerim ecir” ile müjdele. (12) Muhakkak ki Biz, ölüleri diriltiriz. Ve takdim ettiklerini ve onların eserlerini yazarız. Ve herşeyi İmam-ı Mübin’de (apaçık bir rehberde) saydık (tespit ettik). (13) Onlara, o şehrin halkını misal ver. Onlara resûller gelmişti. (14) Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: “Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz.” dediler. (15) Dediler ki: “Siz, bizim gibi beşerden başka bir şey değilsiniz. Ve Rahmân bir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (16) (Resûller) dediler ki: “Bizim, gerçekten size gönderilmiş resûller olduğumuzu Rabbimiz biliyor.” (17) Ve bizim üzerimizde açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir şey (sorumluluk) yoktur. (18) “Muhakkak ki biz sizinle uğursuzluğa uğradık. Eğer siz gerçekten vazgeçmezseniz (son vermezseniz), sizi mutlaka taşlayacağız. Ve mutlaka bizden size elîm bir azap dokunacak.” dediler. (19) “Uğursuzluğunuz sizinle beraberdir (kendinizdendir). Size zikir hatırlatılınca mı (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır, siz müsrif (haddi aşan) bir kavimsiniz.” dediler. (20) Ve şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. “Ey kavmim, (size) gönderilmiş olan resûllere tâbî olun!” dedi. (21) (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, hidayete ermiş olanlardır. (22) Ve ben, niçin beni Yaratan’a kul olmayayım ki; siz, O’na döndürüleceksiniz. (23) Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar. (24) Eğer öyle olsaydı (putlara tapsaydım) muhakkak ki ben, mutlaka apaçık dalâlette olurdum. (25) Muhakkak ki ben, sizin Rabbinize îmân ettim. Öyleyse beni işitin. (26) (Ona), “Cennete gir!” denildi. “Keşke kavmim bilseydi.” dedi. (27) Bu sebeple, Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi). (28) Onun arkasından, onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indiriciler de olmadık. (29) (Onların cezası) sadece bir sayha (şiddetli ses dalgası) oldu. O zaman onlar sönenler oldular. (30) O kullara yazıklar olsun! Onlara hiçbir resûl gelmedi ki, onunla alay etmiş olmasınlar (hepsiyle alay ettiler). (31) Ondan önceki nice nesillerden (kimleri) helâk ettiğimizi, onların (helâk edilenlerin) kendilerine dönmediklerini görmediler mi? (32) Ve ancak herkes toplandığı zaman (onlar da) huzurumuzda hazır bulundurulacak olanlardır. (33) Ve ölü toprak onlara bir âyettir (mucizedir). Onu dirilttik ve ondan habbeler (taneler) çıkarttık. Böylece ondan yerler. (34) Ve orada, hurma ve üzüm bahçeleri kıldık (yaptık). Ve orada, pınarlar fışkırttık. (35) Onun ürünlerinden (meyvelerinden) ve elleriyle yaptıklarından yesinler diye. Hâlâ şükretmezler mi? (36) Arzın yetiştirdiği herşeyden, onların nefslerinden ve bilmedikleri şeylerden çiftler (eşler) yaratan, O (Allah), Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). (37) Ve gece onlar için bir âyettir (ibrettir). Ondan gündüzü sıyırırız (çekip alırız). O zaman onlar karanlıkta kalanlardır. (38) Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi bilen) Allah’ın takdiridir. (39) Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik. (40) Güneş’in Ay’a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler (seyrederler). (41) Onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız onlar için bir âyettir. (42) Ve onlar için, onun gibi (gemiler gibi) üzerine binecekleri şeyler yarattık. (43) Ve dilersek onları boğarız, o zaman onlara yardım edilmez ve onlar kurtarılmaz. (44) Bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar metalanmaları (faydalanmaları) hariç. (45) Ve onlara: “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden sakının. Umulur ki böylece rahmet olunursunuz.” denilmişti. (46) Rab’lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirenler olmasınlar. (47) Onlara “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infâk edin (verin)” denildiği zaman kâfirler, âmenû olanlara: “Allah’ın dileseydi doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir dalâlet içindesiniz.” dediler. (48) “Ve eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman?” derler. (49) Onlar tartışırken, onları alacak (yakalayacak) olan tek bir sayhadan (şiddetli ses dalgasından) başka bir şey gözlemiyorlar (beklemiyorlar). (50) Artık vasiyet etmeye güçleri yetmez. Ve ailelerine dönemezler. (51) Ve sur’a üfürülmüştür. İşte o zaman onlar, mezarlarından Rab’lerine koşarlar (uçarlar, yükselirler). (52) “Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler.” dediler. (53) Sadece tek bir sayha (şiddetli ses dalgası)! İşte o zaman onlar, hepsi huzurumuzda hazır bulunanlardır. (54) İşte o gün (hiç)bir kimseye, (hiç)bir şeyle zulmedilmez. Ve amellerinizden başka bir şey ile cezalandırılmazsınız. (55) Muhakkak ki cennet ehli, o gün zevkli bir meşguliyet içinde olanlardır. (56) Onlar ve eşleri, gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır. (57) Orada onlar için meyveler ve istedikleri (her)şey vardır. (58) Rahîm olan Rab’ten “selâm” sözü vardır. (59) Ey mücrimler (suçlular)! Bugün ayrılın. (60) Ey Âdemoğulları! Ben sizden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), sizin için apaçık bir düşmandır. (61) Ve Bana kul olun! (İşte) bu, Sıratı Mustakîm’dir. (62) Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz? (63) Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur. (64) İnkâr etmeniz sebebiyle bugün ona (cehenneme) yaslanın (girin). (65) Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını (yaptıklarını) Bize, onların elleri anlatır, ayakları şahitlik eder. (66) Ve eğer dileseydik, elbette gözlerini mahvederdik (kör ederdik). O zaman yolda (sağa sola) koşuştururlardı. Bundan sonra nasıl görürler? (67) Ve eğer dileseydik, elbette onları mekânlarında (bulundukları yerde) değiştirirdik. O zaman ileri gitmeye ve geri dönmeye güçleri yetmezdi. (68) Kimin ömrünü uzatırsak, onun yaratılışını tersine çeviririz (kuvvetini gideririz). Hâlâ akıl etmez misiniz? (69) Biz O’na (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Ve (bu), O’na yakışmaz. O (O’na indirilen), sadece zikir ve apaçık Kur’ân’dır. (70) (Kur’ân’ın indirilmesi), hayy olanları inzar etmek (uyarmak) ve (azap) sözünün kâfirlerin üzerine hak olması içindir. (71) Ellerimizle (kudretimizle) onlar için hayvanları nasıl halkettiğimizi görmediler mi? Onlar, böylece onlara (hayvanlara) malik olurlar. (72) Biz onları (hayvanları), onlara zelil (itaatkâr) yaptık. Böylece onlardan, kendilerinin binekleri oldu (onlara binerler) ve onlardan (etlerinden) yerler. (73) Ve onlarda, kendileri için (birçok) menfaatler (yararlar) ve içecek şeyler (süt) vardır. Hâlâ şükretmezler mi? (74) Ve yardım olunacaklarını ümit ederek, Allah’tan başka ilâhlar edindiler. (75) (O ilâhlar), onlara yardım etmeye muktedir değildirler. Ve kendileri, onlar (o ilâhlar) için, (onlara yardıma) hazır askerlerdir. (76) Artık onların sözleri seni mahzun etmesin. Muhakkak ki Biz, sakladıklarını da açıkladıklarını da biliriz. (77) İnsan, onu bir nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi? Sonra da Bize (karşı) apaçık hasım (düşman) oldu. (78) Kendi yaratılışını unutup Bize misal getirdi: “Kemiklerimiz çürüyüp dağılmış haldeyken kim onlara can verecek?” dedi. (79) De ki: “Onu ilk defa inşa eden (Yaratan), ona hayat verecek. Ve O, bütün yaratışları en iyi bilendir.” (80) Yeşil ağaçtan sizin için ateş (oksijen) kılan (çıkaran), O’dur. Böylece siz, ondan yakarsınız. (81) Gökleri ve yerleri yaratan, onların bir eşini daha yaratmaya kaadir değil midir? Evet O, (yegâne) Yaratıcı ve en iyi Bilen’dir. (82) O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: “Ol!” demektir. O, hemen olur. (83) İşte O, Sübhan’dır. Herşeyin melekûtu (mülkü ve hükümdarlığı) O’nun elindedir. Ve O’na döndürüleceksiniz.
YASİN SURESİNDEN ÖNCE ve SONRA OKUNACAK DUAYasin Suresini okumaya başlarken ve bitirdikten sonra bu dua okunmalıdır.
Allâhumme innî es’eluke sabren cemîlen * ve kalben selîmâ * ve lisânen zâkirâ * ve duâen mustecabâ * ve kitâben yemînâ * ve rızkan helâlen * ve nî’men mukîmen * ve cenneten ve harîren * ve nadratan ve sururâ * yâ kâdiyel hâcât * yâ mucîbed davât * yâ kâşifed durri vel beliyyât * yâ âlimes sırrı vel hafiyyat * ik’di hâcetî fî hâzihis sâatil mubâreketi * bi hurmeti yâsin vel kur’ânil kerîm * fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehû kun fe yekûn fe subhânellezî bi yedihi melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn * ve sallâllâhu alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn.

ŞEYTANI KAHREDEN DUA

Eûzu bi kelimâtillâhittâmeti min şerri mâ haleka ve zerae ve berae ve min şerri mâ yenzilu minessemâi ve min şerri mâ ya’rucu fihâ ve min şerri fitnetilleyli vennehâri ve min şerri kulli târîkin illâ târikan yatruku bihayrin yâ rahmân.

YETMİŞ BİN MELEĞİN DUASI

Meşguliyetlerin artması, hayatın yoğunlaşması gibi sebepler hasta ziyaretlerini aksatmanın mazereti olmamalı. Efendimiz s.a.v.'in hayatını ve onca yoğunluğu arasında sürekli ziyaretlerde bulunduğunu hatırlamamız bize güç verecektir.Hasta ziyareti mi yapıyorsun, yoksa normal bir ziyaret mi?Birisi size böyle bir soru sorsa eminim şaşırırsınız. Ziyaret ziyarettir, hasta ziyareti ile normal ziyaret arasında ne fark var; diye düşünürsünüz. Ama bu soruyu Hz. Ali r.a. soruyorsa, fikrinizi değiştirirsiniz sanırım.Peygamber Efendimiz s.a.v.in torunu Hz. Hasan r.a. hastalanmıştı. Babası Hz. Ali r.a Ebu Fahite isminde bir ahbabını elinden tutarak:- Gel Hasana gidelim, hastadır, ziyaret edelim, dedi. Hz. Hasanın yanına vardıklarında, sahabilerden Ebu Musa r.a.ı da orada buldular. Hz. Ali, Ebu Musa'ya bu soruyu sordu:- Hasta ziyareti mi yapıyorsun, yoksa normal bir ziyaret mi?Ebu Musa r.a. cevap verdi:- Tabii ki hasta ziyareti yapıyorum.Bunun üzerine Hz. Ali r.a. Resul-i Ekrem s.a.v. Efendimizin şu mübarek sözünü nakletti:- Bir müslümanı hasta olduğu için sabah vaktinde ziyaret eden hiç bir müslüman olmaz ki, akşama kadar yetmiş bin melek ona dua edip, affını dilemesin. Yine hastayı akşamleyin ziyaret eden hiç bir müslüman olmaz ki, sabaha kadar yetmiş bin melek ona dua edip, affını dilemesin. Ayrıca onun cennette bir meyveliği de olur (Tirmizî, Ebu Davud)

HZ ALİ'DEN ÖZDEYİŞLER




1. Acelenin meyvesi yanlışlıktır.
2. Aç kalmak, alçalmaktan hayırlıdır.
3. Açık kalpli, mert düşman, içinden pazarlıklı dosttan iyidir.
4. Adalet için en büyük talihsizlik, devleti idare edenin zalimliğidir.
5. Adalet, halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir.
6. Adalet ve eşitliği gözetme, siyasetlerin en iyisidir.
7. Adil ol, kudretin sürekli olsun.
8. Adilane davranış siyasetlerin (yönetimlerin) en iyisidir.
9. Affedilmeyecek günah, insanların bir birlerine olan zulmüdür.
10. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyiniz.
11. Ahdini bozmak Allah’ı ve halkı gazaplandırır.
12. Ahmak, her lafın başında yemin eder.
13. Akıl, gurbette yakın bulmaktır; ahmaklık vatanda gurbete düşmektir.
14. Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.
15. Akıl gibi zenginlik cehalet gibi yoksulluk yoktur. Edebe uymak bir kazanç, danışmak bir güçtür.
16. Akıllı bir insan fakir olabilir. Fakat o hiç kimsenin sadakasına muhtaç değildir.
17. Akıllı kişi, tecrübelerden ibret alan kimsedir.
18. Akıllı olan kemal, cahil olan mal ister.
19. Akıllı, düşmanınsa bile danış, bilgisiz dostun fikrini geç.
20. Akıllı insan edeple öğüt alır. Dayaktan başka bir şeyle terbiye edilemiyenler hayvanlardır.
21. Akıllı, insanların en mutlusudur.
22. Akıllının dili kalbindedir, ahmağın dili ise ağzındadır.
23. Akıllının tahmini, cahilin kesin bilmesinden daha doğrudur.
24. Akıllı insanlar az konuşur. Çok söyleyenler, yalnız ahmaktırlar.
25. Akil kişi, kemâl taleb eder.
26. Akraba düşmanlığı, akrep sokmasından beterdir.
27. Alçak gönüllülük, ilimin meyvesidir.
28. Alçak gönüllülük, en büyük şereftir.
29. Aleyhine kesin delil olmayan kişiyi mazur tutun; o kişi benim.
30. Alışkanlık, insana musallat olur ve onu kontrolu altına alır.
31. Alışkanlık insanın ikinci tabiatı gibidir.
32. Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir.
33. Amelsiz sevâb dileyen, yaysız ok atmaya kalkan kişiye benzer.
34. Aptallığın en büyüğü medh ve zemde ifrada kaçmaktır.
35. Allah dostları o kişilerdir ki, insanlar dünyanın görünüşüne baktıkları zaman, onlar dünyanın iç yüzünü görürler.
36. Allah katında insanların en kötüsü, hayatında midesini ve şehvet güdüsünü doyurmaktan başka hedefi olmayan kismedir.
37. Allah seni özgür yaratmışken, başkasının kölesi olma.
38. Allah’ın hışmından kurtulmuş olan, bir tek zâlim yoktur.
39. Allah’ü Teâlâya yemin ederim ki, beni yalnız mü’min sever ve bana yalnız münafık buğzeder.
40. Arkadaşın hayırlısı, sana doğru yolda iyi delil olandır.
41. Asıl yetimler, anadan ve babadan yoksun olanlar değil, akıldan yoksun olanlardır.
42. Aslını inkar eden haramzadedir.
43. Aş verirsen doyur.
44. Aşağılık insanlarla yakınlaşmaktan kaçın, onlar ki yapmacık sevgilerini gösterip içlerinde kötülüğü sakladılar. Onları hoşnut tuttuğun sürece sana sevgi duyarlar verili olmaktan geri kalırsan sana zehirlerini akıtırlar.
45. Aşırılık gösterme sevgide. Çünkü insan ne zaman o sevgiden hoşnut kalmayacağınızı bilemez. Hoşnutsuzluk duyar da insana nefret duyarsan, nefretinde de aşırılık olmasın. Nefretinden ne zaman döneceğini bilemezsin.
46. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyiniz
.47. Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken, başkasını ayıplamandır.
48. Ayılması çok güc olan zenginlik sarhoşluğunda Allah”a sığınınız.
49. Aynı Anadan babadan doğanlar, senin miras kardeşlerin, uzak yerlerden gelen, huyu suyu sana benziyenler ise senin öz kardeşlerin sayılırlar.
50. Az ilmi olup da onunla amel eden, çok ilmi olup da amel etmeyenden hayırlıdır.
51. Az ibadet edip çok çalışmak, çok ibadet edip az çalışmaktan üstündür.
52. Az yemek yemek sağlıktır.
53. Azarlamada aşırılık inat ateşini alevlendirir.
54. Azim ve sebat, insanların en büyük yardımcısıdır.
55. Azgınlığın sonu ya rezil veyahut yok olmaktır.
56. Azla yetinen kimse zengindir.
57. Babana saygılı ol ki, oğlun da sana saygılı olsun.
58. Babana riyet edersen, sende oğlundan hürmet ve riayet bekleyebilirsin.
59. Bağışlamak, büyüklüğün şanındandır.
60. Bâtıla yardım eden, Hak’ka zûlmeder.
61. Başa kakmak suretiyle iyiliğini boşa giderme.
62. Başkalarına kulluk etme; Allah seni hür yaratmıştır.
63. Başkalarını çekiştireni, ister Hakk üzere olsun, ister batıl yalanlayınız.
64. Başkalarını ıslah etmek istiyor isen önce kendini ıslah etmelisin. Kendin fasid olduğun halde başkalarını ıslah etmeye kalkışman en büyük ayıplardandır.
65. Başkalarının felaketinden hisse kapanlar, geçmiş musîbetlerden ders alanlar, cidden bahtiyar insanlardır.
66. Başkalarının iyi hareketlerini takdire çalışınız. Derhal dostlarınızın çoğaldığını göreceksiniz.
67. Başkasında gördüğün fena bir huyu hemen nefsinde ara ve ondan kaçın.
68. Beceremeyeceğin bir iş için söz verme.
69. Ben Cehennem’in taksimcisiyim, Kıyamet Günü’nde Cehennem’e bu senin, bu da benim diyeceğim.
70. Ben konuşan Kur’anım.
71. Ben mü’minlerin emîriyim; onların en yoksulunun geçindiği gibi geçinmek zorundayım.
72. Benim 3 türlü Dostum vardır. Benim Dostlarım, Dostlarımın Dostları ve Düşmanlarımın düşmanı.
73. Benim izzet ve ikramım yemin ederim ki atalardan mirastır ve onlar benden önceliklidir.
74. Bencillik kimde olursa, helak olur.
75. Bedenin orucu, irâde ve ihtiyarla azaptan korkup sevâba girmeyi, ecre nâil olmayı dileyerek yemekten kesilmektir. Nefsin orucu, 5 duyuyu öbür suçlardan çekmek, kalbi de bütün şer sebeplerinden ayırmaktır. Kalbin orucu, dil orucundan; dilin orucu, karnın orucundan hayırlıdır. 76. Bırak bu içindeki ikililiği atıl ateşe, sönmeye yüz tutsa da onu alevlendir.
77. Bildiği halde susmak, bilmediği halde konuşmak kadar çirkindir.
78. Bilge insan çalışmasına, bilgisiz de boş hayallerine güvenir.
79. Bilgi gibi hazine olamaz.
80. Bilgi, tükenmeyen bir hazinedir; akıl eskimeyen, yıpranmayan bir elbisedir.
81. Bilgin bir söz ehli olamıyorsan, hiç olmazsa dikkatli bir dinleyici ol.
82. Bilgin kişinin rütbesi rütbelerin en üstünüdür.
83. Bilgin ölü olsa bile diridir. Cahil ise diri olsa bile ölüdür.
84. Bilgin ölse de yaşar; cahil ise yaşarken de ölüdür.
85. Bilginlerin toplantısı mutluluk getirir.
86. Bilgisiz, bilmediğini sormaktan utanmasın. Alim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah’u Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.
87. Bilgisiz kişiyi bir işte, bir düşüncede ya pek ileri gitmiş görürsün, ya da pek geri kalmış.
88. Bilgiyi ehli olmayana veren, o bilgiye zulmetmiştir.
89. Bilgiyle dirilen ölmez.
90. Bilmediğiniz sözü söylemeyin, çünkü gerçeğin çoğu, inkâr ettiğiniz şeylerdir.
91. Bilmediğin şey hakkında konuşmayı ve üzerine düşmediği halde söz söylemeyi terk et.
92. Bilmiyorum demeyi bırakan kişi, öleceği yerden yaralanır, gider.
93. Bin defa mazlum olsan da bir defa zalim olma.
94. Bin kere mazlum olmak, bir kere zalim olmaktan iyidir.
95. Bin kapıdan, yüz bin kaleden içeri girebilirsin de küçücük bir gönülden içeri giremezsin.
96. Babanın, çocuğu için bıraktığı en iyi miras onu güzel edeble yetiştirmesidir.
97. Bir devletin başı, sahip olduğu iktidardan; bilgin, ilimden; iyilik sever, yaptığı iyiliklerden; ihtiyar da yaşından ötürü saygı görür.
98. Bir devletin çökmesi şu dört sebebe bakar: Esas prensiplerinden ayrılma, ikinci planda olan şeylere önem verme, aşağılık kimselerin ön safa geçmesi ve erdemli kişilerin arka plana atılması. 99. Bir gerceği savunurken, ona önce kendimiz inanmalıyız sonrada başkalarını inandirmaya çalışmalıyız.
100. Bir hikmet ve hakikatı bulmak, müminler için büyük bir ganimettir.
101. Bir insana başkaları yanında verilen öğüt, öğüt değil, hakarettir.
102. Bir insanda güzel bir huy varsa o huya benzer başka huylarını da bekleyin.
103. Bir işi yapmadan önce tedbir almak, insanı pişmanlıktan kurtarır.
104. Bir sanat eserini yıkmak, cinayetlerin en büyüğüdür.
105. Bir hakikatı müdafaa ederken, ona evvelâ kendimiz inanmalıyız. Sonra da, başkalarını inandırmaya çalışmalıyız.
106. Bir hata işlediğiniz vakit, onu itiraftan çekinmeyiniz. Eğer böyle yaparsanız, o hatayı görmüş olanların, aleyhinize verecekleri hükmün önüne geçersiniz.
107. Birisini övmede aşırı gitmeyin ve abartmayın.
108. Bir kişiyi lâyığından fazla övmek riyâdır, dalkavukluktur; lâyığından az övmek ise ya dilsizlikten ileri gelir, ya hasedden.
109. Biri sana sırtını çevirirse üzülme, böylece dostunla düşmanını ayırt etmiş olursun.
110. Birinin aleyhinde söylenen sözü dinleyen, o sözü söyleyen gibidir.
111. Birbirine aykırı olarak çağrılan iki yoldan biri mutlaka yanlıştır.
112. Birisinin suçunu bağışladıktan sonra pişman olma, Cezalandırdığın zamanda sevinme.
113. Borçların çokluğu, doğru adamı yalancı, şerefli adamı da yemininden dönek yapar.
114. Boş vakitlerini okumakla değerlendiren kimse, fikir rahatlığını kaybetmez.
115. Bütün insanlar Allahın kuludur. Lakin hiç bir kimse, diğer bir kimsenen kulu değildir.
116. Bütün varımızı sunarız sadece, ekmek ve sirke olsa da.
117. Büyük günahların kefareti, zulme düşünlere yardım etmek, acze düşünleri ferahlandırmaktır.
118. Büyüklere karşı saygılı olun ki çocuklar da size karşı saygılı olsunlar.
119. Cahil dosttan ziyade akıllı düşmanına güven.
120. Cahil ile sakın Latife (şaka) etme. Dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar.
121. Cahil, ne kendi eksiğini görür, ne de öğütlere kulak asar.
122. Cahilden uzak kalmak, akıllıya yaklaşmakla eşittir.
123. Cahiller çoğalınca bilginler garip olurlar.
124. Can gözü kör olunca, gözle görüşün bir yararı yoktur.
125. Cehaleti ilimle geri çevirin.
126. Cehalet ve gaflet alimin kalbinde olmaz. Fakat alimler, zengin cahillerin karşısında, ancak ilim sayesinde yükselirler.
127. Cenabı Hak, Kibir edenleri bayağı ve aşağılık kılar.
128. Cimri zengin, cömert yoksuldan daha yoksuldur.
129. Cimri, her zaman aşağılıktır, kıskanç olan her zaman işkencededir.
130. Cimrinin dostu bulunmaz.
131. Cömertlik alışkanlıkların en üstünüdür.
132. Cömertlik, istemeden önce vermektir. İstendikten sonra vermek utançtandır ve kötüdür. 133. Çalışan kötülük düşünemez, çalışmayan da kötülükten kurtulamaz.
134. Çalışıp da bir şey elde edemeyen, oturunca hiç bir şey elde edemez.
135. Çalışmak kadar dinlenmeyi de görev bil ihmâl etme. Sağlığınıza eza etmeyin, sağlığın bozulması kolaydır da onu elde etmek zor.
136. Çobanların en kötüsü, sürüsünde kötüleri barındırandır.
137. Çocuk açısından, hiç bir süt anne sütünden iyi değildir.
138. Çocuklara sevgi ve büyüklere saygı gösteriniz.
139. Çocuklara söz verdiğinizde kesinlikle sözünüzde durunuz.
140. Çocuğun kalbi hiç ekilmemiş bir tarla gibidir. Ona ne verilirse kabul eder.
141. Çocuğunuza yedi yıl oyun oynamasına müsade edin ve yedi yıl ona yaşam edebini öğretiniz.
142. Çoğu insanlar medhedilip övüldüğü için gurura kapılırlar.
143. Çoğu sözler hamleden daha serttir.
144. Çok akıllı kimseler, başkalarının hatalarından öğrenirler ve hata yapmazlar, akıllı insanlar hata yapar ve ders çıkararak bir daha yapmazlar. Ahmak insanlar da sürekli hata yapar gene ders çıkarmazlar.
145. Çok kimseler varisleri kavga etsinler diye mal toplamaya çalışırlar.
146. Çok şakacı insanı ciddiye almazlar.
147. Çok yaşayanın ömrü, dostlarına ağlamakla geçirecektir.
148. Dert ve gam, ihtiyarlığın yarısıdır.
149. Dert ve sıkıntının şiddetine sabır göster, bunun da sonu gelecektir. Bil ki sabır bir asalet göstergesidir.
150. Dil, aklın tercümanıdır.
151. Dil, insanın terazisidir.
152. Dil yırtıcıdır; yuları bırakıldı mı salar, parçalar.
153. Dili tatlı olanın arkadaşı çok olur.
154. Dilini söğüp saymaya alıştırma. Tatlı dilli ol. Kötü söz alışkanlığı, insanı soysuz yapar.
155. Dilini küfre alıştırma. Tatli dilli ol. Yoksa önüne gelene havlayan köpeklere dönersin. Halkı zorla kendine nefret ettirirsin.
156. Dilsiz ol, yalancı olma.
157. Dilinizi dâimâ iyi kullanınız. O sizi saadete götürdüğü gibi, felâkete de götürebilir.
158. Dindarlığın en üstünü, dindarlığı gizlemektir.
159. Dinle, öğrenirsin. Sus esen kalırsın.
160. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin, ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
161. Doğru her zaman yüce, yalancı her zaman aşağı ve cücedir.
162. Doğru söz söyleyenin delili kuvvetli olur.
163. Doğruluk en iyi yol, bilgi en iyi kılavuzdur.
164. Doğruluk, hakkın dilidir.
165. Dost, sen yokken dostluk şartını yerine getiren kimsedir.
166. Dost, kardeşini üç hâlde korumadıkça tam dost olamaz. Düşkünlüğünde, kendisi bulunmadığı vakit, ölümünden sonra.
167. Dostun olmayışı, bir çeşit gariplik ve yalnızlıktır.
168. Dostuna kanat ger ve ona bir babanın oğullarının üstüne eğilmesi, onları korumasına alması gibi davran.
169. Dostları yitirmek gurbete düşmektir.
170. Dostlarıma dost olanları çok severim. ve onların kıymetlerinide dostlukların dereceleriyle ölçerim.
171. Dostların çoğalsın diye çırpınma. Onları bir gün ihmal etmeğe kalksan çabucak düşmanın olurlar. Dostlar ateş gibidir. Pek çoğalırlarsa yakarlar.
172. Dostlarının kötüsü, seni iyi gününde arayıp sıkıntılı zamanında yüz üstü bırakandır.
173. Dostluk, en yakın akrabalıktır.
174. Dostluk, elde edilmiş akrabalıktır.
175. Dostlukta aşırı gitme, kim bilir belki o dostun bir gün düşmanın olur, düşmanlıkta da aşırı gitme, kim bilir belki o düşmanın bir gün dostun olur.
176. Dostunu ihtiyâtla sev, olabilir ki bir gün sana düşman olur; düşmanınla da ihtiyâta riâyet ederek düşmanlıkta bulun, olabilir ki bir gün sana dost kesilir.
177. Dostunun düşmanını, kendine dost seçme.
178. Dünya geçici gölgedir.
179. Dünya sana cömert davrandığından sen de malına cömert davran, herkesin durumu değişebilir.
180. Dünyada yoksulu doyurmak kadar büyük iyilik yoktur. Bunu yapanlar, âhirette mutlaka mükafatını bulur.
181. Dünyanın en değerli hazinesi öğüttür, ama ondan ucuzu da yoktur.
182. Dünyayı yutsa, yoksul kalacak biri var: Aç gözlü.
183. Düşene sevinme, zamanın sana ne sakladığını bilmezsin.
184. Düşmanı kovalamayınız, onların yaralananlarının yarasını sarınız, esirlerini tedavi ediniz.
185. Düşmanlık, kalbi meşgul eder.
186. Düşünce akılların cilasıdır.
187. Düşünce ve prensiplerini kendi hayatlarında da uygulayan kimselerin bilgi ışıklarıyla aydınlanınız.
188. Düşünün, sonra konuşun, yanılmalardan kurtulacaksınız.
189. Edep, aklın suretidir.
190. Edep, en iyi mirastır.
191. Edeb, had tanımaktır.
192. Edep insanın kemalidir.
193. Edep insan için güzel elbise menzilesindedir.
194. Edepsiz olan kimsenin ayıpları çok olur.
195. Eğer ararsak kendimize kolayca düşman bulabiliriz, ama ne kadar ararsak dost bulmak kolay değil.
196. Eğer başkalarını ıslah etmek istiyorsan önce kendini ıslah et. Kendin fasid olduğun halde başkalarını ıslah etmekle çalışmak çok büyük bir kusurdur.
197. Eger bilgiyi hak edene vermezseniz o kişiye zulmetmis olursunuz; hak etmeyene verirseniz bilgiye zulmetmis olursunuz.
198. Eğer bir seyahete çıkarsanız, gittiğiniz yerlerin adetlerine uymaya çalışınız.
199. Eğer yoksullaşırsan, yoksulluğunu gönül zenginliği ile tedavi et.
200. Eğer sırlarınızı birbirinize açarsanız, artık onu gizleyemezsiniz.
201. Eğer giriştiğin herhangi bir davada haklı isen korkma. Hakkı müdafaa edenin yardımcısı Allah’tır.
202. Eğer hayırlı bir iş görmek istersen, bugünün işini yarına koyma. Çünkü, yarına kadar ne olacağı belli değildir. Fena bir işe başlayacağın zaman da acele etme. Belki hayırlı bir düşünce, sana o fenalıktan gelecek olan tehlikeye mani olur.
203. Eğer talihin açık ise Kusurların kapalı kalır.
204. Eğlence ve zevke kapılan, akıldan kaybeder.
205. Elbiseleriniz eskide olsa, kalpleriniz yeni ve temiz olsun.
206. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
207. Emanetin en feyizlisi ‘ahde vefa’dır.
208. En ahmak insan, kendini herkesten en akıllı sanandır.
209. En akıllı insan, öğütleri dinlemekten vazgeçmeyen insandır.
210. En büyük Sıddık benim.
211. En büyük yardım, en çabuk yapılan yardımdır.
212. En büyük zenginlik Akıl, en şiddetli yoksulluk Ahmaklıktır.
213. En faydalı bilgi, uygulanabilendir.
214. En güzel ahlak, tevazu, yumuşaklık ve tatlı dilde bulunur.
215. En güzel edep kendinden başlamandır.
216. En kötü dost, seni şak şaklayıp eksiklerini örtendir.
217. En kötü düşmanlık insanlara yönelendir.
218. En kötü şey, insanın kendisini beğenmesidir.
219. En kuvvetli kişi, kendi nefsine galip olan kişidir
220. En talihsiz memleket, insanlarının her türlü güvenlikten yoksun yaşadıkları memlekettir. 221. En yakını yitiren en uzağı yardımcı olarak bulamaz.
222. En yakışıklı elbise, erdem elbisesidir.
223. Erdemin başı ilimdir.
224. Erkeklerin süsü edeptir, kadınların süsü de altındır.
225. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
226. Evim gelen herkesin kendi ortamıdır. Kilerimiz yiyecek alana açıktır. Bütün varımızı sunarız. Sadece ekmek ve sirke olsa da.
227. Evlâtlarınızı yaşayacakları zamana göre, terbiye ediniz.
228. Evlâtlarınızı yaşayacakları zamana göre yetiştiriniz
229. Ey Âdemoğlu, ihtiyacından fazla kazandığın şeyi, başkası için biriktirmedesin.
230. Ey Allah’ım, kaç evin önünden geçtiğimde zevk ve yapay mutlulukla şenlenmişti.
231. Ey insanlar! Bilgi edindiğiniz zaman hidayet´e ermeniz için bilginize uyunuz. Çünkü ilminin tersine hareket eden alim, cehlaletten ayrılmaz, yolunu kayıp etmiş cahile benzer.
232. Ey karamsar; bilmelisin ki, bu devranın değişmeyen tek bir kanunu var o da değişmektir.
233. Eziyet etme, eziyete engel ol. Diline sahip ol, can feda olsun sana yardımcı olan dost arkadaşlığına.
234. Fasık ve günahkâr kimselerle arkadaş olmaktan kaçının, çünkü kötülük kötülüğe kavuşur.
235. Fazîletlerin başı ilimdir.
236. Fazîlet sahibinin kıymetini, ancak fazîlet sahibi bilir.
237. Fazla yemek ve yemek üstüne yemekten kaçının. Zira fazla yiyen kimse fazla hasta olur
238. Fırsat karınca yürüyüşü ile gelir, yıldırım hızı ile gider.
239. Fırsat yaz bulutu gibi gelip geçer, elinize geçtiğinde faydalanmasını bilin.
240. Fikir çatışmalarından hakikat çıkar.
241. Fikir çatışmalarında dikkat çıkar.
242. Fikir sahibi her şeyden ibret alır.
243. Gayb sırlarından bana sorunuz, Mürsel peygamberlerin tüm ilimlerine varisim ben.
244. Garip, dostu olmayan kimsedir.
245. Gazap ve öfkeden kaçınınız. Çünkü onun başlangıcı delilik ve sonu ise pişmanlıktır.
246. Gece ile gündüz seni işlerler. Onları sen işle. Onlar her gün senden bir şey koparıyor, sen de onlardan bir şey koparmaya bak.
247. Geçimini mertce kazanmaya çalış. Nefsini alçaklıktan koru ki, fakir olsan bile şerefli kalasın.
248. Gençlik günlerini düşünmek, hasrettir.
249. Gerçek bilgin, bildiklerinin bilmedikleri yanında daha az olduğunu anlayandır.
250. Gerçek dost, sıkıntı zamanında imdada yetişendir.
251. Gerçek dostlar, çok vücutlu, tek kalpli varlıklardır.
252. Gerçek karşısında öfkelenmek ayıptır.
253. Gerçekle savaşan, elbette alt olur gider.
254. Gerçekleri söylemekten korkmayınız.
255. Gereksiz şeylerin peşinden koşan gerekli şeyleri kaçırır.
256. Görmediğim Allah’a ibâdet etmedim, tapmam.
257. Gözleri kör olan birisine doğanın ne kadar güzel olduğunu anlatamazsınız.
258. Güler yüz göstermek, cömertlik yerine geçer.
259. Güler yüz, dostluk yaratır.
260. Günah işlememek, tövbe etmekten daha iyidir.
261. Günaha alt olarak üstünlük bulan, üstünlük elde etmemiştir, şerle üst olan alt olmuştur.
262. Günahın en kötüsü, hafife alınan günahtır.
263. Güzel bir hayat sürdürmek istiyorsan kıskanma, cimri olma ve hırslı olma.
264. Güzel bir siyaset, iktidarı sürekli kılar.
265. Güzel huy, bir ganimettir.
266. Güzellik giyinenlerin süslüğü ile oluşmaz; bilgi ve terbiye ile güzel olunur.
267. Haddini bilen kimse, hakaret görmez.
268. Hain kişilere vefâda bulunmak, Allah’a hıyânette bulunmaktır; hainlere gadretmekse, Allah’a vefâ etmek demektir.
269. Hakkı bilirsen, Hakkın ehlinide bilirsin.
270. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.
271. Halka istemediği, hoşlanmadığı şeyleri söyleyen kişi hakkında halk da, istemediği şeyleri söyler.
272. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırınız.
273. Halkın en mutlusu, insanlarla iyi geçinen kimsedir.
274. Hakiki dost; sıkıntılı zamanlarda, senin gurur ve izzet-i nefsini kırmadan, sana yardım edenlerdir.
275. Hakkı ayakta tutmak için yardımlaşmak emanet ve dindarlıktır.
276. Haktan sonra delaletten başka ne vardır ki...!
277. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyiniz.
278. Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü haksızlıkla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.
279. Haksızlıklara isyan etmeyenler, onlardan gelecek her musibete katlanmalıdır.
280. Halk için en büyük felaket, düşünce ve bilim adamlarının düşük ahlaklı kimseler oluşudur.
281. Halka hürmet edenler, hürmete mazhar, halkı tahrik edenler hakarete layık olurlar. Halka saygınlık veren kişi, saygın tutulmuştur. Halkı küçümseyenlerse saygı görmemişlerdir.
282. Halkın güvenini kazanınız ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırınız.
283. Halkın önderi olmak isteyen biri önce kendisini ıslah etmeli, daha sonra başkalarını ıslah etmeye başlamalı ve söz ile diğerlerine edep öğretmeden önce güzel davranışı ile onlara edep öğretmelidir.
284. Hayat kötülüklerle insan arasında perdedir.
285. Hayatın, karşısına çıkardığı müşkül hadiselere sabır ve tahammül et. Onları, hiç kimseden bilme ve hiç kimseye karşı kalbinde bir buğz ve adâvet besleme; hiç kimseye hiddet ve şiddet gösterme. Bu suretle hareket edersen, en büyük müşkülleri bile yenersin ve sen de “İnsân-ı kâmil” mertebesine erersin.
286. Hayrı yapan, hayırdan da hayırlıdır; şer isteyense şerden de kötüdür.
287. Her hangi bir işde acele etme hataya düşersin.
288. Her hangi bir mücadelede son çabasını harcayan, mutlaka zafer kazanır.
289. Her huyun en iyisini kendin için seç.
290. He insan senin gibi yaradılışa sahiptir.
291. Herkesin değeri, onun himmeti kadardır.
292. Her kim, bana bir harf öğretse, ben ona kul, köle olurum.
293. Her kim kötüyü yasaklar, fesata kızar ve Allah’ın yasaklarının hududu çiğnendiği zaman öfkelenirse, Allah’ü Tealada o kulunun lehine öfkelenir.
294. Her kişinin değeri, yaptığı güzel işiyle ölçülür.
295. Her nereye baksam Allahı görürüm.
296. Her sorunu kolay yönünden ele al, hayatında rahat edersin. Çünkü sen sorunları kolaylıklarıyla ele aldıkça çözümleri de kolaylaşacaktır.
297. Her şey akla muhtaçtır, akıl da eğitime.
298. Her şey olması gereken zamanda oluşup elde edilir. Bunu bilmeyen cahil, yorgunluğuyla mahzun kalır.
299. Her şeye ibretle bakınız. Ve gördüklerinizden ibret alınız.
300. Her şeyi layık olduğu yere koyan Allah’tır.
301. Her şeyin bir belası vardır ve iyiliğin belası da kötü arkadaştır.
302. Her şeyin sonunu uzun uzun düşünen ve bir türlü karar veremeyenlerden, şecâat ve cesaret namına, hiçbir şey beklenemez.
303. Her şeyin en büyüğü İlim ve Bilimdir. Çünkü ilim ile Hakk’a yol bulunur, bilim ile halka tahammül edilir.
304. Her şeyin en iyisi, en yeni olanıdır; ama dostların en iyisi, en eskileridir.
305. Herkes için tatlı, acı bir son vardır.
306. Hırs seni kul etmesin, Allah seni hür yarattı.
307. Hırs ve tamah, yorgunluk ve meşakkatin anahtarıdır.
308. Hızlı yükselenlere imreniliyor. Oysa en hızlı yükselenler toz, duman. saman ve tüydür.
309. Hiç bir süs edep kadar güzel değildir.
310. Hiç bir şey görmedim, meğer ondan evvel ve onunla, ondan sonra gördüğüm hep Cenâb-ı Hak’tır.
311. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyiniz.
312. Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayınız. O hatayı işleyene hatasını, başka birini misal göstererek anlatınız.
313. Hiçbir işte lüzumundan fazla aceleci olma. Dikkatli davranma sahibi olanlar, kendilerini bir çıkmaza girmekten muhafaza etmiş olurlar
314. Hikmet sahibi kişilerin sözleri doğruysa ilaçtır, yanlışsa hastalıktır.
315. Hizmetçiniz Allah’a itaat etmezse onu cezalandırınız, ama eğer size itaat etmezse onu bağışlayabilirsiniz.
316. Hoş geçinmek aklın yarısıdır.
317. Huzur ve barışcıllığı arkadaş edinmişe yakınlaş, arkadaşlığından mutlu olmadığın kişiden uzak ol.
318. İbret alınacak şeyler ne çok, ibret alanlarsa ne az.
319. İhtirâs; feyiz ve kemâlin en büyük düşmanıdır.
320. İhtiraslı kimse bütün dünyaya sahip olsa da yine fakirdir.
321. İhtiyarlığın, ölüm habercindir.
322. İki şey vardır ki sonu bulunmaz; ilim, akıl.
323. İki şey vardır ki yitirmeden kadri bilinmez; gençlik ve afiyet.
324. İki tür insan vardır. Bilen ve dinleyen.
325. İki yüzlü insanlardan uzaklaşınız. Zira iyi vaktinizde etrafınızda dönüp dolaşırlar. Kötü vaktinizde derhal sizden kaçarlar.
326. İki yüzlünün dilinde tat, kalbinde fesat gizlidir.
327. İktisatlı olmayla ihtiyaçların yarısı giderilebilir.
328. İlim bayrağımdır, nereye gitsem benimledir kalbim onun ilmiyle doludur, sanma ki boş bir sandıktır.
329. İlim bütün iyiliklerin anahtarıdır.
330. İlim hiç bir servet ile satın alınmaz. Onun içindirki, bir cahil ne dercede zengin olursa olsun, en fakir bir alim ile mukayese olunmaz.
331. İlim insanın güzelliğidir. Onu kazanmayı iste. Onu edin ki kahrıyla yaşayan insan bir olma.
332. İlim maldan hayırlıdır: İlim seni korur, malı sen korursun. Mal vermekle azalır, ilim öğretmekle artar. İlim hakimdir, mal ise mahkum. İlim sahibi cömert olur, mal sahibi cimri olur. İlim ruhun hakimidir. İlim sahibi cömert olur, mal sahibi cimri olur. İlim ruhun gıdasıdır, mal ise cesedin gıdasıdır. Mal uzun zaman sürecinde tükenir, ilim uzun zaman sürecinde tükenmez ve eksilmez. İlim kalbi aydınlatır, mal ise kalbi katılaştırır. İlim peygamberlerin mirasıdır, mal ise eşkıyaların mirasıdır.
333. İlim meclisi, cennet bahçesidir.
334. İlim isteyenine yüceliğinden akarak gelir.
335. İlim tükenmez bir hazine, akıl eskimek bilmez bir elbisedir.
336. İlim uygulamayla eşittir. Bilen uygular. İlim uygulamaları ile seslenir. Uygulama cevap verirse ne ala, vermedi mi İlim de göçer gider.
337. İlim ve tecrübenin asıl merkezi akıldır.
338. İlimden başka her şey azaldıkça değeri yükselir. İlim ise çoğaldıkça değeri yükselir.
339. İlmin ayıbı, verimsiz oluşudur.
340. İlmin bereketi güzel ameldir.
341. İlmin verâseti olmaz, ölülerinizin kemikleriyle övünemezsiniz.
342. İlmini saklayan cahil gibidir.
343. İnat, kötülüklerin kaynağıdır.
344. İnatçılık insanın aklına zararlıdır.
345. İnatçılık, savaş ve düşmanlığa yol açar.
346. İnatıçılığın insanın dünya ve ahiretine zararı her şeyden çoktur.
347. İnanan insanın yüzünde güleçlik vardır, kalbindeyse hüzün. Gönlü her şeyden geniştir, nefsi her şeyden alçak. Yücelikten nefret eder, şöhrete düşmandır, gamı gussası uzundur, düşünmesi derin, susması fazladır. Vakti yoktur, çok şükreder, çok sabreder, düşünceye dalmıştır. İhtiyacı olanları görünce, kendi ihtiyacını hatırlamaz bile. Hûyu güzeldir, geçinmesi hoş ve yumuşak. Şeref ve din bakımından serttir, hûy bakımından alçak.
348. İnsaf, ihtilafı giderir ve arkadaşlığa yol açar.
349. İnsanı vaktinden önce yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir.
350. İnsan belayı dilden bulur.
351. İnsan cahil olduğu şeyin düşmanıdır.
352. İnsan dün bir tohumdu, yarın toprak olacak.
353. İnsana bin dost az, bir düşman çoktur.
354. İnsanda dil olmazsa, insan söz söylemezse, surete bürünmüş bir varlıktan, yahut başıboş bırakılmış otlayan bir hayvandan başka ne olabilir ki?
355. İnsandaki edep, onun altınından daha iyidir.
356. İnsanın en şiddetli düşmanı gazabıyla şehvetidir.
357. İnsanın değeri, önem verdiği şeye göredir.
358. İnsanın dilekleri kendisine yakındır. Her şey den çok insana yakın olansa ölümdür.
359. İnsanın kendisine iyilik edeni övmesi, iyiliği arttırır.
360. İnsanın kendisi salih ve iyi olursa, Allah onun salih olması vasıtasıyla çocuklarını ve torunlarını da salih eder.
361. İnsanın kişiliğini sözü teyid eder.
362. İnsanın kurtuluşu doğruluktadır.
363. İnsanın tevazu sahibi olması, kendisine ikram getirir.
364. İnsanın utanması, örtüsüdür.
365. İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır.
366. İnsanın vücudunda yerleşmiş olan sırlar, gün geçtikçe açığa çıkar.
367. İnsanlar yaşarken uyur, ölürken uyanırlar.
368. İnsanlar; akıl, ilim, huy, yoksulluk ve zenginlik yönünden farklı oldukları sürece, birbirleriyle güzel geçinirler. Eğer mezkur sıfatlarda eşit olsalardı, (yükümlülük üstlenmekten kaçarak) helak olurlardı.
369. İnsanlar arasında Allah’ı en iyi bilen, O’nu çok seven, tam itaat edendir.
370. İnsanlara faydası olmayanı ölüler arasında say, git.
371. İnsanları alçaltan ve nihayet mahveden 3 şeydir: Birincisi, hasislik. İkincisi, servet düşkünlüğü, üçüncüsü bencillik ve kibirliktir.
372. İnsanların değerlerini ölçmek için değerli olmak gerek.
373. İnsanların en acizi insanlardan kardeş edinemeyenidir. Bundan daha acizi de kardeş edindikten sonra onu yitirendir.
374. İnsanların en alçağı haksız yere başkalarına hakaret edendir.
375. İnsanların en güçsüzü dost bulmada güçlük çekendir, ondan daha güçsüzü ise, dostlarını yitirip yapayalnız kalandır.
376. İnsanların en fazla bağışlaması gerekeni, ceza vermeye en fazla gücü yetenidir.
377. İnsanların güzel edebe, altın ve gümüşten daha çok ihtiyaçları vardır.
378. İnsanların kalbi vahşi ve başıboştur; kim onlarla ilgilenirse onlara doğru cezbolur
379. İnsanların kıymeti, yaptıkları iyilikler ile ölçülür
380. İnsanların solukları ecellerine doğru attıkları adımlardır.

381. İnsanların vefat eden akraba ya da dostları için feryatlarla ağlamalarına şaşırıyorum.
382. İnsanlarla öyle geçinin ki, öldüğünüzde size ağlasınlar, sağ kalırsanız sevgiyle çağrışsınlar sizin için.
383. İnsanlarla öyle geçinin ki öldünüz mü ağlasınlar size; sağ kaldınız mı sevgiyle çağırsınlar sizi. 384. İslam TESLİM’dir. Teslim ise yakındır, yakın tasdiktir. Tasdik ikrar, ikrar eda, eda da ameldir.
385. İsraf ve taşkınlık eden kimsenin üç belirtisi vardır: Sahip olmadığı bir şeyi ister, parasına sahip olmadığı bir şeyi satın alır, parasına sahip olmadığı bir elbiseyi giyer.
386. İşlerin en zoru alışkanlığı terketmektir.
387. İyi niyetlilik, gönle ferahlık, bedene esenliktir.
388. İyi ve kötü insana aynı değeri vermek doğru değildir, bu suretle birincisini iyilikten soğutur, ikincisini kötülük yolunda cesaretlendirirsin.
389. İyiliği emret ki, iyi ehlinden (iyilerden) olasın.
390. İyilik yapandan şüphelenmek, haksızlıkların en çirkini ve günahların en büyüğüdür.
391. İyilik ediniz, onun mukabilinde fenalık göreceğinizi, katiyyen aklınıza getirmeyin.
392. İyilikle, hür adamı köle yaparsın.
393. Kadına aşırı düşkünlük, ahmakların işidir.
394. Kadının hayırlısı, sevgi dolu, doğurgan olanıdır.
395. Kalb, kör olduktan sonra gözlerin görmesinde hiç bir fayda yoktur.
396. Kalb temiz olursa, dilden güzel sözler çıkar.
397. Kalbler, kablara benzer. Hayırlı olan, hayırla dolu olanıdır.
398. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre cezalandırılması gerekmeyen kimseleri öldürmeyiniz.
399. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya akibet kendisi düşer.
400. Kendi aybına bakan kimse ve onu ıslaha çalışan kişi, halkın ayıbına bakmaz.
401. Kendi çocuğunu edeplendirdiğin şeyle yetimi de edeplendir ve çocuğunun eğitimi için yararlandığın yerden yetim için de yararlan.
402. Kendi görüşüyle yetinen, canını tehlikeye atmıştır
403. Kendi kadrini bilen helak olmaz.
404. Kendin için istediğini başkaları için de iste, kendin için istemediğin bir şeyi başkası için de isteme.
405. Kendine reva görmediği şeyi başkasına reva gören insan Kamil olamaz.
406. Kendisine edep yüklenen kimsenin kötülükleri azalır
.407. Kendini bilen Allah’ını da bilir.
408. Kendini cömertliğe alıştır ve her ahlakın en iyisini seç; çünkü iyilik alışkanlık haline gelir.
409. Kendini güçlükler karşısında sabretmeye alıştır, çünkü haksızlık karşısında Hak için sabretmek en iyi ahlâktır.
410. Kendini tanımayan kimse kurtuluş yolundan uzaklaşarak cehalet ve sapıklık yoluna giriverir.
411. Kendisini beğenen ve kendisinden razı olan bir kimsenin kusur ve zaaf noktaları aşikar olu
412. Kendisini beğenen ve kendisinden razı olan kimse bir çok üzüntü ve acı çeker.”r.
413. Kendisini tanıyan kişi, Allah’ını da tanır.
414. Kendini bilmeyen başkasını nasıl bilir?
415. Kınama ve azarlamada aşırı gitmek inata neden olur.
416. Kıskanç insan hiçbir zaman rahatlık ve huzur yüzü görmez.
417. Kıskanç kimse daima hasta olur.
418. Kıskançlık hasta eder.
419. Kıskançlık hastalıkların en kötüsüdür.
420. Kıskançlık, ateşin odunu yediği gibi oda iyilikleri yer.
421. Kıskançlık insanın dünyasını karartır.
422. Kıskançlık, insanın kalbi ve sinirleri üzerinde kötü etkiler bırakır ve insanı hasta eder.
423. Kıskançlık, ruhun hapsidir.
424. Kıskançlık, vücudu kemirir.
425. Kim bir işte halka öncü olursa, başkasını terbiyeye kalkmadan kendisini terbiye etmeli. Bu terbiye de diliyle öğüt vermeden önce, hûyuyla öğüt vermek suretiyle olmalı. Nefsine muallim olup kendini terbiye eden kişi, insanlara muallimlik edip onları terbiye edenden daha fazla ululanmaya değer.
426. Kim; halkın ayıplarını görür, onları kınar, fakat kendisi de o işleri yaparsa, ahmağın ta kendisidir.
427. Kim ki cimrilikten uzaktır, dostluğumu kazanır. Cimrilik ederse beni karşısına alır, yergimi kazanır.
428. Kimin söylediğine değil, ne söylediğine bak.
429. Kimsenin yanlışını yüzüne vurmayınız. Başka birisini göstererek ‘gelinim sen anla’ gibisinden uyarınız.
430. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Kişi dili altında saklıdır? Konuşturunuz kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.
431. Kişinin karşılaşacağı bütün sorunların kolay olması beklenemez, bazılarının kolay olmasının yanında bazıları zor olacaktır.
432. Kişinin yapısını oluşturan öz iyi değilse, o kişinin ağzından iyi sözler çıkmaz.
433. Kitaplar bilginlerin bahçeleridir.
434. Kitaplar, bilgi sahiplerinin bahçeleridir.
435. Konuşun da tanışın, çünkü insan dilinin altında gizlidir.
436. Korku, afetlerden biridir.
437. Korkulan her şey zarar vermez.
438. Kötü alışkanlıkları terketmek en büyük ibadetlerdendir
439. Kötü evlat, insanın en büyük musibetlerdendir
440. Kötü evlat, ailenin şerefini yıkar ve geçmişine leke sürer.
441. Kötü evlat anne ve babanın şerafetini yok eder ve geriye kalanları rezil eder.
442. Kötü huylarını terk et. Halkın hürmetlerine mazhar olursun.
443. Kötü insanlarla oturup kalkmak, iyi insanlar hakkında su-i zan doğurur.
444. Kötü yaratılışlının liderliği olmaz.
445. Kötü zanlı olup, dostlarını elinden çıkarma.
446. Kötülükten çekinmek, iyi bir iş yapmaktan yeğdir.
447. Kul ümidi yalnız Rabbine bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır.
448. Kullar, bilmedikleri şeylerde duraksasalardı ne kâfir olurlardı, ne de sapıklığa düşerlerdi.
449. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayınız.
450. Küçük bir insandan gelen büyük bir fikri küçümseme.
451. Küçüklükte soru soran kimse, büyüdüğünde cevap veren biri olur.
452. Layık olmayan kimselere yüz suyu dökme; kendini beyhude yere rezil edersin.
453. Lisanını küfre alıştırma. Tatlı dilli ol. Yoksa önüne gelene havlayan köpeklere dönersin. Halkı zorla kendine nefret ettirirsin.
454. Mal çokluğu kalpleri bozar, günahları doğurur.
455. Mal, isteklerin temelidir.
456. Mal mülk toplayıp biriktirme, kime topladığın bilinmez.
457. Mal- mülk yığmakla uğraşanlar yaşarken ölmüşlerdir. Allah’a teslim olmuş alimler ise insanlık var olduğu sürece yaşamaya devam ederler. Vücutları toprak olup gitmiştir, ama iz ve etkileri yüreklerde yaşar.
458. Mal, mülk insanın gözünü doyurmaz, kalp zenginliğine çalış.
459. Malından vermeyeni zenginlerden sayma.
460. Marifetlerin en üstünü insanın kendisini tanımasıdır ve en büyük cahillik ise insanın kendini tanımamasıdır.
461. Mazideki esefli ve üzüntülü olaylarla kalbini doldurma, gelecekte uğraşmaya zaman bulamazsın.
462. Mazluma yardımcı ol, zalime düşman kesil.
463. Mazlumu, zalimin elinden kurtaracağım.
464. Mazlumun öç alma günü, zalimin zulmettiği günden daha korkunçtur.
465. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat ediniz.
466. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanınız. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap veriniz.
467. Merhamet ve ibâdetlerin en hayırlısı, gizli sadaka vermek ve inzivâ köşesinde ibâdet etmektir.
468. Midenizi fazla hayvan mezarlığı yapmayınız.
469. Milletlerin ölçü ve terazisi adalettir.
470. Misafirine gücün yettiğince ikramda bulun, öyle ki ona saygıda seni mirasçı kabul etsinler. 471. Mutlu ile arkadaş olan, mutlu olur.
472. Mükemmel insan eksiklerini ve kusurlarını bilendir. En kötüsü ise insanların doyumsuz isteklerinin ve hırsının peşine düşendir.
473. Mümin, kardeşi açken doyasıya yemez.
474. Mü’min, insanların ezâsına tahammül eden, fakat hiç kimsenin ondan incinmediği kişidir.
475. Mü’min, kardeşlerine karşı ululanmaya, ona güler yüz göstermemeye başladı mı ondan ayrıldı demektir.
476. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
477. Namus, güzelliğin sadakasıdır.
478. Ne kadar tenha bir yerde olursa olsun bir fenalık yaparken, seni hiç kimsenin görmediğine hükmetme. Seni, mutlaka bir gören vardır. O da Allah’tır.
479. Ne yüksek mevki ile sevin, nede düşkün olduğuna üzül.
480. Nefsine hâkim olman, en üstün güç, kudrettir. Ona buyruk yürütmen en hayırlı emârettir. 481. Nesebinle değil edebinle öğün.
482. Nerede bir bilgin görürsen, hemen buyruğunu kabul edip hizmetine gir.
483. Nice bilgin vardır ki, bilgisi olduğu halde ona fayda vermez de bilgisizliği öldürür giderir onu.
484. Nice kan vardır ki, onu dil döker.
485. Nice zengin vardır ki, yoksuldan da yoksuldur; nice büyük kişi vardır ki, her aşağılık kişiden de aşağıdır, nice yoksul vardır ki, bütün zenginlerden daha zengindir.
486. Oyun, hayranı biri saadete eremez.
487. Oysa ölüm cebimizde bize hep eşlik etmektedir, neden cahiller de feryadla karşılanır, ölüm neden böyle şaşkınlık yaratıyor.
488. Öfke delilikten bir bölümdür. Çünkü, sahibi nadim olur, nadim olmuyorsa deliliği adamakıllı pekişmiş demektir.
489. Öfke gücünü izleyecek olursan seni helak eder.
490. Öfke korkunç bir ateştir. Onu bastıran ateşi söndürür, yapamayan içinde yanıp gider.
491. Öfke kötü bir arkadaştır. Kusur ve çirkinlikleri açığa çıkarır, insanı kötülüğe yakınlaştırıp iyilikten uzaklaştırır.
492. Öfke ve kızgınlıktan koru kendini. Çünkü başlangıcı delilik, sonu pişmanlıktır.
493. Öfkeden kaçın, sakın öfke sana galip olup alışkanlık haline gelmesin.
494. Öl ama alçalma, azı yeter bul ama yüzsuyu dökme.
495. Öldükten sonra yaşamak isterseniz kalıcı bir eser bırakınız.
496. Öldükten sonra da yaşamak isterseniz, ölmez bir eser bırakınız.
497. Ölüm ahiretin kapısıdır.
498. Ölümü unutmak, kalbi paslatır.
499. Ölümü unutmayan, güzel şeylere tutkun olur.
500. Ölümün belirtisi doğmaktır.
501. Önder önce kendini eğitmeli, sonra diğerlerini. Önce kendi edebiyle örnek olmalı, sonra öğüt ve nasihatla.
502. Öğren, Cahil kalma. Ali yalın ayaklıların en hayırlısıdır.
503. Övünmeye değer şeyler güçlü akıl, utanma, nefsinden sakınma ve eğitimdir.
504. Öyle bir devir ki hiçbir arkadaşın senden hoşnut değil. Ve öyle bir devir ki hiçbir dostun sana dürüst ve gerçek dost değil.
505. Öyle bir kimseyi dost tut ki, aranızda kardeşlik husule gelsin. Ve senin bulunmadığın yerlerde, seni müdahele etmek için düşmanlarınla penceleşsin.
506. Parçalayıcı ve yiyici yırtıcı hayvan, zalim ve zorba bir validen iyidir.
507. Perde kaldırılırsa yakinim (bilincim) artmaz benim.
508. Renkten renge giriş, inançtan inanca geçiş, ahmaklığın alametlerindendir.
509. Rezil kişilerin başa geçmesi, insanlara afettir.
510. Sabır acılığının meyvesi zaferdir.
511. Sabır en güzel huy, ilim de en şerefli süs eşyasıdır.
512. Sabır iki türlüdür. İstemediğin, hoşlanmadığın şeye sabretmek; Sevdiğin, istediğin şeye sabretmek.
513. Sakın aile ve akrabalarının bedbahtlardan olmasına sebep olan birisi olmayasın.
514. Sakın başkasının kölesi olma; çünkü Allah seni hür yaratmıştır.
515. Sakın cahil kimselerle şaka etme. Onların halleri ve dilleri akrebin kuyruğu gibidir; derhal senin kalbini zehirleyebilir.
516. Sakın insanların eşit olduğu şeyi tekelleştirmeye kalkma.
517. Saltanat ve tahakküm hırsına kapılanlar, debdebe ve saltanat içinde yaşamış olsalar bile, daima lanetle anılırlar.
518. Sana cefa edeni utandırman için hoşça geçinmeye çalış.
519. Sana niçin yaptığını sorduklarında utanacağın ve yalanlamağa kalkacağın işleri yapmaktan çekin.
520. Sana karşılık iyilik yapanlara, teşekkür etmesini bilenlere de iyilik et.
521. Sana öğüt veren, sana geniş kredi açmış tüccara benzer.
522. Sefih olanlar lisanla dostluk gösterirler. Fakat kalbleri fesatla doludur.
523. Sen ey insan. Ayan beyan bir kitapsın, harfleriyle yüreğin okunur.
524. Sen öyle bir kitap ilmisin ki, harflerin, esrarı çözer.
525. Seni yalnız iyi günlerinde arayan, düşkün günlerinde senden kaçacaktır.
526. Seni, sende bulunmayan özellikler ve değerler icat ederek koltuklayan, bir gün gelir yapmadığın suçları da üstüne yığarak seni çekiştirmeye, çeliştirmeye kalkar.
527. Senin hakkında iyi zanda bulunanın zannını gerçekleştir.
528. Seviyesiz insanların bana cahilce sözlerine karşılık vermekten tiksinti duyarım.
529. Sırrı erdemli olandan başkasına verme. Yanlız o erdemli insanlarda sır olarak kalabilir.
530. Sırlarını ona buna açıyorsan, başına gelecek zilletlere razı ol.
531. Sızlanmak, sabırdan zordur.
532. Siyaseti başaramayan başkan olamaz.
533. Siyasetlerin (yönetimlerin) en zoru alışkanlıkları değiştirmektir.
534. Sizin en kötünüz insanları çekiştirerek dostlar arasında ayrılık düşüren ve temiz insanlara kusur bulan kimsedir.
535. Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur.
536. Sizin hayırlınız, günahına gerçekten çok tövbe edenlerdir.
537. Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi Hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur.
538. Sizler mallarınızla halkı kuşatamazsınız (onların gönüllerini hoş edemezsiniz); öyleyse açık yüzlülük ve güzel davranışınızla onları kuşatınız; çünkü ben Allah Resulünün şöyle buyurduğunu duydum: “sizler, mallarınızla halkın gönüllerini hoş edemezsiniz; o halde ahlakınızla onların gönüllerini hoş edin”
539. Sorun benden beni yitirmeden, bana gök yollarını sorunuz, onları yeryüzü yollarından daha iyi tanırım.
540. Sorun bana beni yitirmeden; Çünkü andolsun Allah’a, Kur’ân’da hiçbir âyet yoktur ki niçin ve kimin hakkında indi, nerde indi, düzlükte mi, dağlıkta mı, hepsini de en iyi bilenim ben. Gerçekten de Rabbim bana, anlayan bir akıl, söyleyen bir dil ihsân etmiştir.
541. Soruya verilen cevap çoğalınca doğru gizli kalır.
542. Soyluluk; babaların, anaların mensup oldukları soyla boyla değil, övülecek üstünlükle kazanılır.
543. Söylemediğin sözün hakimi, söylediğin sözün mahkumusun.
544. Söyleyene bakma, söylenene bak.
545. Söz ilaçtır, azı yaşatır, çoğu öldürür.
546. Söz; ok ve mızraktan daha tesirlidir.
547. Söz benim ağzımdayken söz benim esirim, söz ağzımdan çıkdıktan sonra ben sözümün esiri olurum.
548. Söz dilinin susutuğu ve amel dilinin söylediği nasihat hiçbir kulak tarafından kovulmaz ve onun faydası ile hiçbir fayda bir olmaz.
549. Söz sizin ağzınızda olduğu sürece, söz sizin esiriniz, söz ağzınızdan çıktıktan sonra siz sözünüzün esiri olursunuz.
550. Sözün gümüş olsa da, ey nefs sükut (suskunluk) altındır.
551. Sözün güzelliği, kısalığındadır.
552. Sözünde duramayacağın bir yerde söz verme ve kefaletine vefâ edemeyeceğin yerde kefil olma.
553. Susmak, ağırbaşlılığı arttırır.
554. Susmak, sana ağırbaşlı bir elbise giydirir ve sonunda özür dileme zorundan korur.
555. Sükût, yalan söylemekten ve başkalarını çekiştirmekten herhâlde evlâdır.
556. Şahsınıza fenalık eden bir düşmanı affediniz. Lâkin vatanınıza ve milletinize fenalık eden bir kimseyi, asla affetmeyiniz.
557. Şehvet bir kapıdan girer, akıl öbür kapıdan çıkar.
558. Şer’den çekinen kişi, hayır yapana benzer; suçtan sakınan kişi, iyilikte bulunana döner.
559. Şeref ve namus, en büyük hazinedir. Onlara mâlik olanlar, hayatlarını dâimâ memnun ve mesut geçirirler. 560. Şeref ve soyluluk, yüksek özellik ve niteliklerden gelir, ataların çürümüş kemiklerinden değil.
561. Şerefine düşkün olan kötü cevap almaktan kendini sakınır. İnsanların davranışlarını düşünerek ve gözeterek onlarla uyum içinde yaşayan kendi kişiliğinide korur.
562. Şerefli ve önemli bir mevkiiniz olması için bilime sarılınız.
563. Şiddetli istek mutluluğun en büyük düşmanıdır.
564. Şu (Kur’ân), Allah’ın suskun kitabıdır; ben ise Allah’ın konuşan kitabıyım.
565. Şükür nimetlerin süsüdür.
566. Takva, Allah’ın yap dediğini yapmak, yapma dediğinden kaçmaktır.
567. Tamah mihneti davet eder.
568. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
569. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
570. Tecrübe fayda ile beraber gelen ilimdir.
571. Terbiyesizlikle kendisini düşüreni, soydan gelme asalet yükseltemez.
572. Tevâzu gösteriniz ki, halkın hürmet ve tekrimini (saygısını) kazanasınız.
573. Tövbe etmek elindeyken, ümidini kesene şaşarım.
574. Uygunsuz yerlere giren, kendini töhmete kaptırır.
575. Utancın üstünü, insanın kendinden utanmasıdır.
576. Üç sınıf Allah sevgisinden uzak tutulmuştur: Zalimler, onlara yardakçılık edenler ve zulmü hoş karşılayanlar.
577. Üç şey hayatı tatsızlaştırır: kin, kıskançlık ve kötü huyluluk.
578. Üç şey insana hayatı zindan eder: Ağırlaşan aile yükü, borçların baskısı ve bir hastalığın sürüp gitmesi.
579. Üç şeyi kendinizde tutup saklayın: Cesaretiniz, bilginiz ve malınız. Bazı insanlar sahip olduğunuz bu 3 şeye düşmandır ve o insanları ancak bu 3 şeyi kaybetmeniz sevindirir ve razı eder.
580. Üstünlük taslamak, ayıpların en kötüsüdür.
581. Varlıklı kişiden ellerinin içinde senin için ne skladığını bilmedikçe uzak dur.
582. Verilen söz, zamanında yerine getirilmesi gereken bir borçtur.
583. Ya siz bizi yok edersiniz ya da, biz sizi yok ederiz. Ya da barışı daha uygun görürsünüz.
584. Yakınlarına yardımı bırakan, düşmanlarına yardım etmiş olur.
585. Yalan hıyanettir, doğruluk emanettir.
586. Yalan söylemenin sonu, kınanmaktır.
587. Yalan ve iki yüzlülük en kötü ahlaktır. Yalancıların başlıca sıfatları şunlardır: evvela sana diller döker, birçok şeyler vaad eder. Sonra senden vazgeçer. Daha sonrada arkadan senin aleyhine bir çok şey söyler.
588. Yalancılardan daima uzak bulununuz. Çünkü onlarla içli dışlı olur ve onlarla dolaşıp kalkarsanız, sizde yalancı olursunuz.
589. Yalancıların başlıca sıfatları şunlardır. Evvela sana diller döker, birçok şeyler vaad eder. Sonra senden vazgeçer. Daha sonrada arkadan senin aleyhine bir çok şey söyler.
590. Yalandan daha kötü bir kabahat yoktur.
591. Yalanlanacağından korktuğun bir şeyi anlatma.
592. Yanlışını gününde görüp nefsine sitem edersen yanlışın faydaya dönüşür. Dünde kalan yaşam geçmişle yok olur gider.
593. Yaptığın iyilikleri ve sana anlatılanları gizle. 594. Yâ Rabbî! Ben sana cennet için değil, cehennem korkusu için de ibâdet etmiyorum. Belki seni tapınmağa lâyık olarak tanıdığım için ibâdetimi yapıyorum.
595. Yaşamın tecrübeleri doğru karar verebilmeyi öğretti, öyleki artık beni bitirmeye –yok etmeye gelen şeyleri ben bitirip– yok ettim.
596. Yeni ilmi şeyleri öğrenmekle, kalbinizin yorgunluğunu ve rahatsızlığını giderin, çünkü kalpleriniz de vücudunuz gibi yorulur.
597. Yeni mal, mülk edinmeden önce yığdıklarınızı kullanınız.
598. Yerilen aşağılık kişiler saygınlık döşeklerine oturacak olursa biz ayağa kalkarız.
599. Yoksullar bazen çok müşkil durumlarda kalırlar. Söyledikleri sözler ne kadar doğru olursa olsun, onları dinleyenler sözlerine kulak asmazlar.
600. Yoksula yardımı dilenmeden yap. Sen onu el açmak zorunda bırakırsan, verdiğin sadaka ile, onun sadakadan daha değerli olan haysiyetini satmaktan kurtarırsın.
601. Yoksullarla otur, şükrünü artırırsın.
602. Yoksulluğunu gizle, yoksa itibarın sıfıra iner.
603. Yol cümleden Ulu’dur.
604. Yola düşmeden arkadaşı, eve girmeden de komşuyu sor.
605. Yüzünüze karşı yapılan şişirme övgüleri dinlemekten kendinizi koruyunuz. Çünkü onlar, kalpleri kirletip ortalığa pis bir koku yayarlar.
606. Yumuşak ahlak, soyluluk ve büyüklüktendir. Yumuşak huyluluğun bitmez tükenmez kaynağı ol. Kimseye asla eziyet etme, yaptığın şeyin sonuçlarını görür ve duyarsın.
607. Yumuşak konuş, sevilirsin.Yüce kişinin aç kalınca, aşağılık kişinin karnı doyunca saldırısından korkun.
608. Yükseklik taslamak alçaltır, alçak gönüllülük yükseltir.
609. Zalime gelip çatan adalet günü, mazlumun uğradığı cevir ve cefa mihnetinden çetindir.Şiddet son dereceyi buldu mu ferahlık gelir çatar. Bela halkaları tam daraldı mı genişlik yüz gösterir.
610. Zalimin düşmanı Allahtır. Zalimin ikbali de geçicidir.
611. Zaman bana karşı maske takındı, beni tanımazlıktan -görmemezlikten geldi, bilmedi ki ben güne saygılıyım ve talihsizliklerin en korkulusunu bile kolay şeymiş gibi karşılarım.
612. Zaman ibret aynasıdır.
613. Zaman kendine uymazsa, kendini zamana uyduranlar. en akıllı kimselerdir.
614. Zaman sana uymaz, sen zamana uyacaksın.
615. Zaman uzasa, sonu gecikse bile sabreden mutlaka zafere ulaşır.
616. Zamanı değilse çok konuşma, söze başvurma, suskunlukla süsle aklını.
617. Zamanının bir kısmı maziye karıştı. Geride kalan günlerinin sayısı da belli değil, fırsat varken çalış.
618. Zamanın icaplarına uymayanlar, sürüden ayrılmış koyunlar gibi geri kalırlar.
619. Zayıfları ziyaret etmek alçak gönüllüğünündendir.
620. Zenginlik gurbette bir vatan, Fakirlik vatanda bir gurbet gibidir.
621. Zenginliği görüntülemek, şükürden sayılır.
622. Zenginliğin en yücesi dilekleri terk etmektir.
623. Zulme ve kötülüğe karşı çıkmayan daha belasına uğrar.